Yaşam öyküleri vardır, okuduğunuzda nefesiniz kesilir, boğazının düğümlenir, dudaklarınız titrer. Yaşam öyküleri vardır, okuduktan sonra kendinizi, komşunuzu ya da gazetelerden düşmeyen üçüncü sayfa haberlerini hatırlatır.
Size anlatacağım yaşam öyküsü sadece sizi size göstermeyecek, komşunuzu, okuduğunuz bir haberi anımsatmayacak; sizi durup düşünmeye, acınızla yüzleşmeye ve yeniden ayağa kalkma gücü verecektir.
Size yaşadığı acılara rağmen yüzünü güneşe dönebilmiş “kara derili” bir kadının yaşam öyküsünü anlatacağım:
Maya Angelou, Amerika’nın yoksul, “siyahi” halkının yaşadığı semtte doğar. Ona en yakın ağabeyidir, annesiyle babasının ilişkileri oldukça kötüdür. Onlar boşandığında ağabeyi ile babaannesinin yanına gönderilir. O süreçteki duygularını “annem öldü, babaannemin yanında mutluyum” diyerek anlatır.
Maya’nın babaannesinin yanındaki mutluluğu uzun sürmez, annesi çocuklarını tekrar yanına alır. Ve Maya annesinin sevgilisi tarafından 7 yaşındayken tecavüze uğrar. O günden sonra hayat onun için teninden daha siyahlaşır.
Ağabeyine tecavüze uğradığını anlatır, ağabeyi Maya’ya tecavüz eden adamı öldürür ve hapse girer. Maya hayat karşısında yalnız kalır. Bir çocuk gözgüyle yaşadıklarını; “Ben konuştuğum için bir insan öldü. Ben sussaydım kimseye bir şey olmayacaktı” diyerek duygularını anlatır.
Maya yaşadığı bedensel, ruhsal travmayı anlamlandıramadığı, istismarı kavrayamadığı için susmanın daha doğru olduğunu düşünür. Kendisine istismarda bulunan kişinin ölümünden üzüntü duyar. Tek yakını olan annesinden hiçbir destek göremeyen Maya, ciddi bir ruhsal sarsıntı geçirir. Konuşmayarak kendisini cezalandırır. Susar…
Daha sonra bu suskunluk sürecini; “Bütün bedenim kulağımdı” diyerek anlatır.
Amerika’da ya da dünyanın başka bir ülkesinde, ülkemizde de olduğu gibi kadınlara çocuk yaşlardan itibaren yaşadığı cinsel, fiziksel şiddet karşısında susmaları ve “suçu” kendinde araması örgütlenir. Aslında bu şekilde ondan cinsel, fiziksel şiddete uğradığı “erk”eği koruması bekleniyor. Susarak “tahrik” eden, “kışkırtan” olarak kendisine çekidüzen vermesi için “fırsat” olarak sunuluyor. Maruz kalınan saldırılar karşısında susmayı ahlaksal ve toplumsal bir sorumluluk olarak çocuk yaşlardan başlayarak kadınların omuzlarına yüklemek onun, en doğal insani refleksini budamaktadır. Susmak, boyun eğmek insan olmanın en temel kriteri olan karşı koyma dürtüsünün törpülenmesidir. Yaşanılan saldırılar esnasında, sonrasında susmak insanın kendisine saygısının yitirmesini beraberinde getirir.
Maya’da henüz yedi yaşında bir kız çocuğu olsa da susarak kendisini cezalandırır. Üstelik yaşadığı topraklarda teni, ırkı, dili nedeniyle ayrıca bir baskı ve sömürüye de maruz kaldığı cinsel saldırının etkisini daha derinden yaşar. Psikolojik tahribatı daha ağır olur.
Maya, sanat hayatına dansla başlar. Burada yaşadığı ekonomik sıkıntılar onu seks yaparak yaşamını kazanmak zorunda bırakır. Sesinin güzelliği fark edilince şarkı söylemeye başlar. Sanat, Maya’nın kendini yeniden, yaratmasında önemli bir basamak olmuştur. Var olanla yetinmez, kabuğunu kırmayı başarmıştır artık!
Gana’da üniversitede özgürlük mücadelesiyle tanışır. ABD başta olmak üzere farklı ülkelerde de siyahların özgürlük mücadelesini destekler. Martin Luther King ve Malcom X’le tanıştıktan sonra halkının yaşadığı baskıyı ve sömürüyü sanat yoluyla duyurmaya çalışır. Üniversitede arkadaşlarıyla tiyatro topluluğu kurar. O dönem tiyatro topluluklarının tamamı beyazlardan oluşur, siyahlardan oluşan ilk tiyatro topluluğunun kurucularından olan Maya, tek kadın oyuncudur. Birçok tiyatro oyununda, sinema filminde rol alan Maya, Amerikan sinemasının ilk siyahi yönetmeni olarak, ondan otobiyografisini yazması istenir. Toplamı 7 ciltten oluşan otobiyografisini kaleme alır. Dili oldukça sade olan Maya’nın otobiyografisi aslında bütün ezilen, sömürülen insan yerine dahi koyulmayan siyah kadınların yaşamından kesitler sunar.
Maya’nın oyunculuk kariyerinde hafızalarda yer edinen 1977’de çekilen “kökler” dizisindeki, Kunta Kinte ailesinin yaşlı büyükanne rolüdür. Yaşlı, bilge bir kadını canlandıran Maya, köleliğin kökeninin anlatıldığı bu diziyle oyunculuğun zirvesine ulaşır.
Maya gibi sayısız çocuk-kadın yaşadığı cinsel ve fiziksel saldırılar sonrası kuşkusuz ki ağır travmatik bir süreç yaşar/yaşıyor. Sustuğu, paylaşmadığı için etkisi daha boyutlu oluyor. Ataerkil toplumsal öğretiler nedeniyle “özel”ine,”namus”una dokunulduğu için “kirlendiği”ni düşünerek kendisini suçluyor.
Oysa Maya gibi sayısız kadın suskunluğuna son verdiğinde hakkını aramaya başladığında, yüzünü mücadeleye döndüğünde ne kadar güçlü olabildiği de görülüyor. Maya Angelou bunlardan sadece biri.
Ve cinsel, fiziksel… vs saldırılar karşısında halâ susuyorsak, susarak kendimizi cezalandırmaya devam ediyorsak, Maya’nın ve Maya gibi sayısız direnişçi kadının yaşam öyküleri örnek olmalı bizlere.
Tıpkı Maya Angelou’nun dediği gibi;
“Bir kadın, ne zaman kendi sesini duymak için ayağa kalksa, planlanmamış bile olsa, tüm kadınlar için ayağa kalkmış olur”
*Yine Ayağa Kalkacağız!(Maya Angelou’nun şiiri)