Kadınlar Mücadeleyi Öğretiyor!
Mirabel Kardeşler, Bütün Kadınlara Savaş Çağrısıdır!
Şiddet, zulüm, katliam, baskı, sömürü faşizmin doğasında vardır ve bundan hiçbir zaman vazgeçmez. Dilleri ne kadar demokrasi derse, elleri o kadar çok kana bulanır. Bizim vazgeçmeyeceğimiz tek şey ise özgürlük mücadelemizdir. Özgürlüğümüz uğruna her türlü bedeli göze alırız. Her türlü bedeli öderiz. Çünkü bu yaşamın sahibi, öznesi biziz. Devrimci kadınlar olarak, komünist kadınlar olarak “Yaşamda ve mücadelede vardık, varız, var olacağız” sloganlarımızla bu mücadelenin en önünde yer aldık hep. Tıpkı bundan 58 yıl önce Mirabel Kardeşler gibi…
Mirabel Kardeşler, Latin Amerika ülkesi olan Dominik Cumhuriyeti’nde faşist diktatörlüğe karşı yürütülen özgürlük mücadelesinin sembolü olmuşlardı. Bu yüzden de faşist diktatörlüğe karşı “en büyük tehlike” olarak görülüyorlardı. 25 Kasım 1960 tarihinde Patria, Minerva ve Maria Teresa Mirabel kardeşler Trujilo Hükümeti tarafından tecavüz edilip katledildiler. Bu katliamdan 21 yıl sonra 1981 yılında toplanan Latin Amerika Kadın Kurultayı’nda 25 Kasım günü; “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü” olarak kabul edildi. Mirabel Kardeşler’in mücadelesi kısa sürede bütün dünyada ve ülkemizde kadınların özgürlük mücadelesinin sembolü haline geldi. Yasaklamalara, yok saymalara rağmen kadınlar bu direnişi asla unutmadı. Mirabel Kardeşler şahsında şiddetle mücadele etmeye devam etti.
Nerede baskı, zulüm, işkence, katliam varsa orada direniş ve mücadele vardır. 25 Kasım da direniş ve mücadele günü olarak kanla yazılmıştır. Emeği yok sayılan, eve hapsedilen, bedeni paramparça edilen, kimliksizleştirilmek istenen kadınların çığlığının dünyanın dört bir yanını sardığı bir gün olmuştur.
Kadınlar olarak, madem en fazla biz eziliyoruz; ucuz iş gücü olarak emeğimiz yok sayılıyor; en fazla bizim bedenimiz paramparça ediliyor; savaş ganimeti olarak en önde biz sunuluyoruz; eve kapatılıyoruz; sesimiz boğulmak, geleceğimiz elimizden alınmak isteniyor. İşte bu yüzden de en önde olmalı, ezilen emekçi kadınlar olarak hep birlikte boğulmak istenen sesimize sahip çıkmalıyız. Geleceğimize sahip çıkmalı, bizim olanı almalıyız… Özgürlüğümüzü almalıyız… İnsan özgürlüğü olmadan yaşayamaz. Nefes alamaz. Kapatıldığımız, “dünyamız” olarak bize dayatılan dört duvarımızı parçalamalı, bütün dünyayı istemeliyiz. Bunun için de mücadelenin destekçisi değil öznesi olmalıyız.
Tıpkı Şengal’de, Kobane’de en önde savaşan, direnen kadınlar gibi… T.Kürdistanı’nda bedenini namluya sürüp düşmanın üstüne yürüyen Kürt kadınları gibi… Düşmanın her türlü işkencesi karşısında direnişi, mücadeleyi öğreten Meral Yakar, Kamile Öztürk, Yıldız Ayrıç gibi… Savaşta öncüleşen, partileşen Beşler gibi… Çocuk gülüşlerini, umutlarını düşmanın üzerine mermi olarak gönderen Zilan, Özlem, Ekin gibi… Düşmanla göğüs göğse son mermisine kadar çarpışan Çiğdem ve Nergiz gibi…
Onlar sınıf mücadelesinin en önünde yer aldılar. Ezilen kadınların umudunu taşıdılar dağlara. Şiddet gören kadınlara direnç oldular. Umutların en tükendi denildiği yerde kurtuluşun adresini gösterdiler. Her birinin savaşa katılış gerekçeleri farklıydı…
Kimi “benim gibi başka kadınlar da babasından, abisinden, kocasından şiddet görmesin” dedi.
Kimi “benim gibi başka kadınlar da tacize, tecavüze uğramasın” dedi.
Kimi “benim gibi başka kadınların da çocuk yaşta ışığı söndürülmesin” dedi.
Kimi “benim gibi başka kadınların da emeği yok sayılmasın” dedi.
Kimi “benim gibi başka kadınlar da sadece Kürt olduğu için, sadece kadın olduğu için baskı zulüm, işkence görmesin” dedi.
Bu yüzden çocuk yaşta silaha sarıldı çoğu. Çocukluklarını savaş meydanlarında bıraktı. Tıpkı Nazi işgaline direnen binlerce kadın gibi… 1905 Devrimi’nde düşmana “öldürün bizi, çünkü biz sağ kaldıkça bu bayrağı teslim alamayacaksınız” diyen işçi kadınlar gibi… Dünyanın her yerinde özgürlükleri için mücadele eden milyonlarca kadın gibi… Hiçbiri kendi kurtuluşlarını işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinden ayırmadı. Sorunlarını devrime havale etmedi. Özgün olanı genel olanla birleştirmeyi bildi. Hepsi, kadınlar katılmadan devrim olamayacağını savaşın içinde en aktif bir şekilde yerlerini alarak gösterdi.
Kaybettiklerine değil kazanacaklarına sımsıkı sarıldılar. Umutlarını mücadelede büyüttüler.
Dağlarda, direniş meydanlarında, işkence tezgahlarında, sokaklarda, yaşamın her bir karesinde kadınlar kavgayı öğretti… Savaşın destekçisi değil öznesi olmak gerektiğini öğretti…
Kadınlar olarak bu savaşta yer almamızın onlarca, yüzlerce nedeni vardır. Her şeyden önce daha o kutsal denilen ailede başlıyor gördüğümüz şiddet. En yakınımızın şiddetiyle yüzleşirken aynı zamanda “kol kırılır yen içinde kalır” dayatmasıyla da susturuluyoruz. Evin dışındaki şiddetle karşılaştığımızda bu kez de erkek egemen sistemin başka bir yüzünü tanıyoruz. Sokakta, işyerinde, tarlada, hapishanede yani yaşamın her yerinde yüzleştiğimiz bu sistem bize hedefimizi de gösteriyor.
Savaş ve mücadele gerekçemiz her geçen gün daha da artıyor. Çünkü yaşam devam ederken her gün 4 kadın daha katlediliyor. Tecavüz, en iğrenç savaş yöntemi olarak uygulanıyor. Her gün onlarca kadın daha tacize, tecavüze uğruyor, onlarca çocuğun daha cinsel istismarla dünyası kararıyor.
Kendimizi bu düzene bağlayan zincirleri koparmak bizim elimizde!
Kadınların maruz kaldığı şiddet kader değildir. Bu “kader”i değiştirecek olan yine biz kadınlarız. Biz yoksak özgürlük de yoktur. Biz yoksak yaşam da yoktur. Biz kadınlar için mücadelede sınır yoktur… Mücadelemiz sınıfsız ve sınırsız bir dünya yaratana kadar sürecektir.
Kadınların uyanışı egemenlerin korkularını büyütüyor. Dünyanın her yerine yayılan bu yangın büyüyor. Bu yüzden “önce kadınları vurun” diyorlar. Bu yüzden önce bizim sesimizi kısmaya çalışıyorlar. Çünkü kadın zincirlerini kırdıkça güçleniyor, örgütleniyor, özgürleşiyor, özgürleştiriyor. Özgürleştikçe bu mücadelenin öncüsü oluyor, partileşiyor.
25 Kasım’da sokaklara çıkıp bu yangını daha da büyütelim. Sokaklardan öyle bir ses verelim ki fabrika önünde direnen kadınlara ulaşsın. İşini geri almak için emeğine sahip çıkan direnişçi kadınlara ulaşsın. Hapishanelerde insanlık onurunu işkencecilerin yüzüne haykıran kadınlara ulaşsın. Evde, sokakta, işyerinde şiddet gören bütün ezilen emekçi kadınlara umut olsun. Öyle bir ses verelim ki dağlarda silah elde savaşan kadınların sesiyle birleşsin çığlığımız!
25 Kasım’da, devlet tarafından işkence edilerek katledilen, tecavüze uğrayan, intihara sürüklenen, namus adı altında öldürülen bütün kadınlar için sokaklara çıkalım, hesap soralım!
Emeğimize, bedenimize, kimliğimize sahip çıkalım!