‘’ Güneşin sana ulaşmasını istiyorsan gölgeden çık ‘’ – Konfüçyüs
Bireyselliğin temel koşulu zamansallıktır. Ben olmanın temel duygusu ya da temel fikri zamansallık olmasaydı bizim için nesnel zaman diye bir şey olmayacaktı.
Burjuvazi hâkim olduğu topluluğa kendi benliğini bir maske olarak sunmaktadır. Burjuvazinin bu sunumuna karşı kendi benliğini ona dayatmak, onu korkutur ve sana karşı saldırganlaştırır. Bundan dolayı burjuvazi inatçıdır. Senin peşine bırakmamak adına sana tolerans gösterdiği zamanlarda olacaktır, fakat göstermiş olduğu bu toleransı kendinden ödün vererek yapmayacaktır hiçbir zaman çünkü onun besin kaynağı senin duygularındır. Bu konuda en kolay erişebileceği kalıplaşmış düşünceleri sahip bireyler değil, düşünce oluşumunu yeni kurmaya çalışan gençlik olacaktır. Genç kitleler propagandaya en açık kitlelerdir. Onlara hitap edilirken üzerinde zaman harcanan düşünceler ve kelimeler kullanılmaz. Aksine üzerinde hiçte düşünülmemiş ve kendi kendini yalanlatacak kelimeler seçilir. Burjuvazinin bu pratiğinde gözle görülür bir eksiklik söz konusudur. Önceden üniversitelerin politikadan uzaklaştırılması bugün yerini liselere bırakmıştır. Bununla yetinmeyen faşizm, temelini oluşturan ümmetçilik anlayışını daha ilkokul çağındaki çocuklara aşılama, onları düşünmeyen genç nesillere dönüştürme politikasını izlemektedir. Ulus-devlet yapısındaki yönetimler, ümmetçi anlayışlarından vazgeçmemişlerdir. Bunu şöyle açıklayabiliriz; bir araba düşünün. Bu arabanın üzerinde boya sürmek için önce bu arabaya bir astar çekilir, bu ümmetçi anlayıştır. Daha sonra astarın üzerine boya sürülür bu faşizmdir. Ulus-devlet anlayışlı politikayı ayakta tutan temelinde ki astar ve üzerindeki boyadır. Bundandır ki bu politikayı ilke edinmiş devlet yapılarının söylemleri, propagandaları değişmektedir. Dönemsel olarak bayrak, vatan, ırk söylemlerini kullanırlar, dönemsel olarak din, mezhep söylemlerine başvururlar. Şu an içinde bulunduğumuz dönemde kendini televizyon dizilerinde, reklam panolarında gösteren faşizm, dün kendini Tanrı yolunda hizmet eden kişi olarak gösteriyordu.
Gençliğin yozlaştırması yalnızca bu anlayışlarla olmamaktadır elbette. Bugün devrimci mahalleleri bir düşünelim. Faşist devlet bu mahallelerdeki devrimci tavrı kırmak adına birçok girişimde bulunmuştur. Kentsel dönüşüm, uyuşturucu, ilçeleri büyüterek devrimci tavır sergileyen topluluğu küçültme çabas bunlara örnektir. Bunun yanı sıra son zamanlarda devlet bu mahallelerde kafe sektörünün hızını arttırmış ve gençliği bu kafelere bağlı hale getirmeye çalışmaktadır. Genç kitle tabii ki yaşamının baharında bu kafelere gidecektir fakat gittiği ortama politikasını da yanında alarak gitmelidir. Kafe oturmaları doğru kullanılırsa devletin bu çabası boşa düşecektir. Bugün arkadaşların ile toplanıp kafeye gittiğinde gününü kâğıt oyunları, tavla, okey gibi oyunlar ile harcıyorsan, o seni geriletir, yozlaştırır ve sorgulamayan, eleştirmeyen biri haline getirir. Devrimci mücadelede sorgulamayan, eleştirmeyen, düşünce üretemeyen bir insan mücadeleyi geriletir. Faşizmin en çok istediği de budur esasen. Fakat sen bu ortamı arkadaşlarınla bir düşünce, felsefe konuşacak, tartışacak alana çevirirsen sen ve etrafındakiler yarın o kafelerde oturmaktan ziyade düşüncelerini pratiğe dökmek ve geleceksizleştirmeye karşı kendi geleceğini inşa etmek adına söz sahibi olacaksındır.
Bugün bu anlayış seni hep daha iyisine özendirmeye çalışmaktadır. Son model telefon, son model araba, en pahalı kıyafetler vs. ve bunları almak için sana bir koşul koymaktadır önüne. Çalışmak. Bir köle gibi. Köle gibi çünkü seni koşullandırmıştır, o telefonu alma konusunda. Sen o telefonu almak pahasına sorgulamadan çalışacak, sömürülecek fakat sonunda o telefonu aldığında bunu başarı sayacaksındır. Bu kapitalizmin bir oyunudur, iki yüzlülüğüdür. Seni özendirmiştir ve seni bir bakıma kör etmiştir. Koşullanan bir bireye, sömürüldüğünü anlatmak daha da zorlaşacaktır. Çünkü tek bir noktaya odaklanmıştır bunu şöyle örneklendirebiliriz; vahşi doğada bir etçil hayvan düşünelim. Bir nehrin kenarında durmuş ve nehrin karşısında duran ceylanı kendine av yapmayı kendine amaç edinmiş. Nehrin karşı tarafında bir ceylan var, fakat kendi tarafında bir ceylan sürüsü arka tarafında duruyor. O karşı taraftaki ceylana koşullandığından dolayı arkasına bir kez olsun bakmıyor, duymuyor. Nehrin içinde timsah var diye düşünelim. O etçil hayvan o timsahın orada olduğunu sezinliyor fakat koşullanmış olması onu kör ettiğinden o timsahı görmüyor-görmemezlikten geliyor-. Nehri geçmeye çalışıyor, bu nehri geçerken ya avcı iken av durumuna düşecek ve ölecek ya da yaralanacak ve karşı tarafa geçecek. O etçil hayvanın nehrin karşısına yaralı bir şekilde geçtiğini varsayalım, yara almaması mümkün değildir çünkü tek başınadır. Nehrin karşı tarafına geçtiğinde aldığı yaralardan ötürü koşullandığı avına varamamıştır varsa dahi bu avın tadına kısa bir süreliğine varacaktır. Fakat arkasına dönecek ve timsaha karşı zafer kazandığını sanacaktır ta ki arkasını döndüğünde ceylan sürüsünü görene dek. İşte o an her şey için geç olmuş olacaktır.
Bunu neden anlattım peki?
Bugün sana dayatılan yaşamı, yaşamak zorunda olmadığın için. Gençlik faşizmde de olsa yaratıcı ve sürdürücü olandır. Fakat ne için yaşadığın, kimin için yaşadığın senin kararındır. Bugün seni sen olmaktan alıkoyan sistem için de yaşayabilirsin veya kendin için de. Senin kendin olabilecek yaşamı savunmak, seni olmadığın biri olarak yaşamak zorunda bırakan sisteme karşı bir direniş bir savaştır.
Sen ne kadar sensin?
İçinde bulunduğun yaşamı düşün. Varsayalım sen bir LGBT bireysin. Sevginin evrenselliğine inanıyorsun ve sevginin tek bir ırka, tek bir cinsiyete karşı olmadığından eminsin. Fakat sen böyle düşünürken, büyüdüğün çevre faşist bir yapı içersin. Sen, gerçekten sen olabilecek misin? Fakat sen olabilecek bir başka seçeneğin de var. Seni yalnızca insan kimliğin ile düşünen, sana saygı ve sevgi sunan, olmadığın biri gibi davranmanı değil olduğun gibi davranmanı dayatan devrimci yapı var. Sen yalnız değilsin, devrimciler yanındadır.
İçinde bulunduğun yaşamı düşün. Varsayalım başarılı bir lise veya üniversite öğrencisisin. Burjuva bir yaşamın içine düştün ama sen emekçi bir yapıdan geliyorsun. Diyelim ki Latte ne demek bilmiyorsun da çaydan vazgeçemiyorsun. Konuşulan muhabbetler emekten yana değil de emeğin sömürülmesiyle oluşan burjuva muhabbetleri. Ama kendinde o muhabbeti emekten taraf dönüştürecek gücü bulamıyorsun. Seni sana anlatacak bir başka seçeneğin var. Devrimci tartışmalar. Ancak bu tartışmaların içinde piştikten sonra gittiğin yere taşıyabilir ve arkadaşlarının dünya görüşünü iyiden, emekten yana dönüştürebilirsin.
İçinde bulunduğum yaşamı düşün. Varsayalım ataerkil bir yapıda büyüyen bir kadın gençsin. Babana karşı gelmek bir yana dursun, sözünden çıkmak senin için en büyük suçlardan biridir değil mi? Fakat senin de düşüncen, yorumun vardır. Bunları söylemek sana uzak düşmesin. Sana uzak düşmesin çünkü ataerkil yapıya karşı gelişin seni yalnızlaştırmayacaktır. Devrimciler yanında olacaktır. Senin karşı gelişini kendi mücadeleleri bilecek ve seninle beraber savaşacaktır.
Genç arkadaş! Maskeni çıkar, kendin gibi davran. Kendin olmak, yanlışların ile doğruların ile kendin olmak, başkası olmaktan daha güzeldir. Başkasının yanlışlarının cezasını ödemektense, kendi yanlışlarını doğruya çevirmek daha kolaydır, çünkü başkasının yanlışının doğrusunu bilebilmenin imkânı yoktur ancak kendi yanlışlarının doğrularını bulabilir ve doğru bir yaşam sürebilirsin. Seni senden daha iyi bilen biri yoktur fakat seni senden daha iyi bildiğini söyleyecek olan çoktur. Bu burjuvazinin seni kandırmak ve kendi istediği yaşamı sana dayatmasının kanıtıdır. Sen üreten. Sen yaratan. Sen sürdüren. Sen geleceksindir. Geleceğini inşa etmek, geleceğini umuda yormak senin elindedir.
Ve yazımı bitirirken Mao Zedong’un kelimeleri bizlerin umudu, bizlerin öz güveni olmaktadır: ‘’ Dünya sizin, bizim de, ama son tahlilde, sizin. Siz gençler, kuvvet ve canlılık dolu, hayatın baharında, sabah güneşi gibisiniz. Umudumuz sizde. Dünya size ait. Çin’in geleceği size ait. ‘’
Bir YDG Okuru