Fehim Taştekin - Gazete Duvar
Suriye’de gerçeğin kaç yüzü var? Madalyonunki bile kolay; topu topu iki yüz. Birbirine farklı açılardan bakan aynalar labirentindeyiz. Delirten gerçeklik.
Suriye’de son dönemece girildi derken Devlet Başkanı Beşşar el Esad dün “Başta ABD olmak üzere yabancı bir ülkenin çıkarına hizmet edenler, vatan hainidir” diye çıkıştı. Şam’ın Kürtlere bakışında önemli bir kırılma. Ne anlama geldiğine geçmeden önce Suriye’nin son fotoğrafını çekmemiz şart.
Rakka ve Deyr el Zor’un IŞİD’den kurtarılmasından sonra geriye iki kritik mesele kaldı:
– Birincisi Kürtlerin öncülüğünde şekillenen Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu, bu yapının savunmasını üstlenen Halk Koruma Birlikleri (YPG) ve YPG’nin omurgasını oluşturduğu Demokratik Suriye Güçleri’nin (SDG) geleceği. Yani Suriye’nin yarınını şekillendirirken Kürtler ve müttefikleriyle nasıl bir yol izlenecek; çatışma mı, müzakere mi? Bunun yanıtı IŞİD sonrası sürecin de bam telini oluşturuyor.
– İkincisi İdlib. IŞİD’den sonra El Kaide’nin ele geçirdiği en büyük toprak parçasının kurtarılışı da Suriye krizinde kanlı sahnenin son perdesi olarak orada duruyor.
Sıra bu iki meseleye geldiği anda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 6 Aralık’ta, kriz çıktığından bu yana Suriye’ye ilk ziyaretini gerçekleştirerek operasyonların bittiğini ilan etti:
“Fırat’ın doğu ve batı yakasındaki operasyonlar teröristlerin tamamen temizlenmesiyle tamamlanmıştır. Doğal olarak bazı hücrelerin direnişi olabilir genel çerçevede bu aşamadaki askeri görev teröristlerin tamamen bozguna uğratılmasıyla tamamlanmıştır. Şüphesiz ikinci aşama olarak siyasi sürece geçmeliyiz.”
Putin, Rus askerlere çekilme emrini de verdi. Tartus’taki deniz üssü ile Hmeymim’deki hava üssü ise Rusya için artık kalıcı.
Putin’in bu manevrası elbette savaşın bittiği anlamına gelmiyor. Ya Rusya’nın hava desteğiyle Suriye ordusu ve sahadaki İran destekli milis güçlerinin geri kalan işi tamamlayacağına inanarak bu kararı aldı ya da Astana süreciyle birlikte Soçi’de düzenlenecek Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin önünü açmak için ‘çekilme numarası’ yaptı. BM’nin arabuluculuğundaki Cenevre Konferansı’nın sekizincisinden de sonuç çıkmayınca Rusya’nın Astana ve Soçi süreçleri daha da önem kazandı.
Putin’in bu tutumu bir başka açıdan şu yoruma açık:
– Rusya’yı Kürtlerle olası bir silahlı restleşmenin parçası yapmak istemiyor.
– İdlib’de kalan işi deruhte ettiği misyona uygun olarak Türkiye’nin tamamlamasını bekliyor. Malum Astana’da varılan mutabakat çerçevesinde ‘çatışmasızlık bölgesi’ oluşturma planının İdlib’de tesis edilmesi konusunda Türkiye bir görev üstlendi. İdlib’i kontrol eden El Kaide’nin Suriye yapılanması Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) bir şekilde yola getirilmesi ve bileşenlerinin siyasi sürece katılımının sağlanması. Misyon bu. Kuşkusuz Türkiye bu görevi, Kürtlerin kontrolündeki Afrin’e müdahaleye yönelik uygun bir pozisyonu yakalamak için üstlendi. Mümkünatı düşük bir görev. Türkiye hedefinin Afrin olduğunu belirtip HTŞ’yle anlaşarak bölgeye girdi. Rusya’nın beklentisine denk düşen bir gelişme henüz yok. Üstelik TSK’nin Cerablus-El Bab hattından sonra buraya girmesi, İdlib’in fiili hakimlerine karşı olası bir operasyona karşı bir koruma olarak da algılanıyor. Buna mukabil Suriye ordusu, beklendiği üzere Deyr el Zor’daki operasyonun ardından şu sıralar Hama’nın kuzeyinden İdlib’e güneyden baskılayan harekâta başladı. Bu operasyon eninde sonunda Türkiye sınırına ulaşacak.
Putin’in Hmeymim üssündeki açıklamalarının, Kürtlerin müttefikleri ile birlikte kontrol ettiği bölgeler için ne anlama geldiğine baktığımızda da burada fazla denge unsurunun oluştuğunu görüyoruz.
ABD Başkanı Donald Trump’ın Erdoğan’a “YPG’ye desteğin kesileceği” yönünde söz verdiğine dair iddiaya rağmen Kürtlerle çalışan Pentagon kanadı ve IŞİD’le mücadele koordinatörü McGurk’un özel görüşmelerde verdiği mesajlar net: “Siyasi çözüm bulununcaya kadar ABD, IŞİD’den kurtarılmış bölgelerde kalmaya devam edecek.”
Kürtler bunu Suriye ordusu ve İran destekli milis güçlere karşı Amerikan kalkanı olarak okumayı tercih ediyor. Her ne kadar Trump yönetiminin Irak Kürdistan’ında referandumu ertele tavsiyesini geri çeviren Erbil yönetimini Irak güçleri karşısında açıkta bırakması, Suriyeli Kürtler açısından Amerikan garantörlüğünün geleceğine gölge düşürse de ABD’nin Suriye’de çizmesine yer açma ve bu ülkenin geleceğini şekillendirecek pozisyonda olma isteği çok belirgin. SDG’ye yapılacak yardım, 2018 bütçesiyle de garanti altına alınmış durumda. Hatta konuştuğum bazı Kürt kaynaklar, özel toplantılarda Amerikalı temsilcilerin, Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’nun siyaseten tanınması yönünde adım atılabileceğine dair sıcak mesajlar verdiğini de belirtiyor. Elbette bu, sahadaki Amerikalı yetkilileri çok aşan bir mesele.
Rusya da Kürtleri dün olduğu gibi bugün de denklemde tutmak için hem askeri hem siyasi ayağı olan ikili bir strateji izliyor:
– Birincisi Türkiye’ye rağmen Kürtleri Astana ve Soçi süreçlerine dahil etmeye çalışıyor. PYD ile ilgili kırmızı çizgiyi aşabilmek için ara formül aranıyor. Bu çerçevede PYD bayrağıyla masaya oturmak yerine Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu içinde yer alan bütün grupları temsilen 140 kişilik bir katılımcı listesi çıkartıldı. Ruslar, Kürtler çözümün parçası olamazsa Türkiye’nin de İran’ın da istemediği boyutta Amerikan varlığının kalıcı hale geleceği gerçeğine işaret ederek itirazların geri çekilmesini istiyor. Zarrab davası yüzünden Ankara-Washington gerilimi tavan yapmışken bu ara formül bir iki başka taviz eşliğinde Ankara’nın kilidini açabilir. Geçen yaz Astana’ya özerkliğe kapı aralayan bir anayasa taslağıyla giden Rusya, Hmeymim’de de Kürtleri doğrudan Şam yönetimiyle masaya oturttu ama bu denemeden bir sonuç alamadı.
– Askeri olarak da Rusya başından beri cerrahi operasyonlarla Kürtleri destekledi. Afrin’de ateşkesi gözetleme misyonuyla Türkiye’yi frenlerken Halep ve Tel Rıfat gibi yerlerde Kürtler etrafındaki baskıyı azaltan hava operasyonları düzenledi. Ayrıca temmuzda Rakka operasyonu sürerken Suriye ordusu ve YPG’nin katılımıyla Rusefa yakınlarında bir ortak operasyon odası kurdu. Son olarak Deyr el Zor’un kuzeyinde YPG’ye askeri destek verdi. Dahası Deyr el Zor IŞİD’den kurtarıldıktan sonra Rus ordusu, Salihiyye’de YPG ile ortak operasyon kurma kararı aldı. Poplavsky heyetlerle görüşmelerin ardından 3 Aralık’ta Salihiyye’de Rus ve YPG bayraklarının asıldığı bir salonda YPG sözcüsü Nuri Mahmud ile ortak açıklama yaptı. Poplavsky, YPG’ye destek kapsamında Rus savaş uçaklarının IŞİD’e karşı 672 operasyon düzenleyip 1450 noktayı vurduğunu söyledi. Bu işbirliği Kürtleri yakın planda tutma çabasının en açık göstergesiydi.
Rusya’nın Şam’la önceden bir mutabakat ya da anlayış birliği olmadan Kürt açılımını da içeren bir anayasa taslağı hazırlaması, PYD’yi siyasi sürece katmaya çalışması ve YPG ile askeri işbirliğini geliştirmesi mümkün değil. Kürtler de son zamanlarda Şam’la müzakereye daha fazla kapı aralayan demeçleriyle dikkat çektiler. Mesela PYD’nin Moskova Temsilcisi Abdüsselam Muhammed Ali, İzvestiya gazetesine siyasi bir çözüm bulunduğu takdirde YPG’nin Suriye ordusuna katılabileceğini söyledi. Muhammed Ali, Nezavisimaya Gazeta’ya demecinde de “Kürtler bağımsızlık çağrısı yapmıyor. Birleşik bir Suriye’nin parçası olacak federe bir demokratik cumhuriyet oluşturmaya çalışıyor” dedi.
O halde Beşşar el Esad neden düne kadar teröristlere karşı mücadele eden Suriye vatandaşları diye tanımladığı Kürtleri birden bire hain ilan etti?
Şam’ın Kürtlere bakışı, YPG’nin ABD ile ilişkilerinin boyutunu artırmasına paralel olarak keskinleşti. Tepkinin evrilmesinde bir seyir çizgisi var:
– Kürtler teröristlere karşı kendi topraklarını koruyor. Kürtlerin DAİŞ’e karşı mücadelesi meşru. (Vatanseverlik vurgusu)
– Kürtler bizim verdiğimiz silahlarla DAİŞ’e karşı savaştı. (Ülkeye bağlılık ve minnet vurgusu)
– Suriye ordusu ülkenin bütün topraklarını kontrolü altına alıncaya kadar operasyon bitmeyecek. (Özerklik projesini büyütme, fiili duruma son ver vurgusu)
– Yabancı bir ülkenin çıkarına hizmet edenler, vatan hainidir. (ABD ile işbirliğini bitir vurgusu)
Kürtlerle ilgili ışık, iki noktada turuncudan kırmızıya geçti: Birincisi ABD ile ortaklık; ikincisi kanton sisteminden federasyona geçilmesi.
ABD’nin, İsrail’in güvenliği ve Amerikan çıkarlarına endeksli “Ortadoğu düzeni”nin ayarlarını bozan Suriye’ye yerleşmesi hakim siyasi ve toplumsal zihniyet açısından ciddi bir alarm nedeni. Şam’ın en önemli destekçisi İran için de bu kırmızı çizgi. Savaşı iki büyük güç arasında bir bilek güreşine çevirmemek için hep alttan alma gereği duyan Rusya da bu konuda oldukça hassas. CIA Başkanı’nın “Amerikalılar hedef alınırsa bundan İran’ın sorumlu tutulacağı” uyarısını içeren mektubunu almayı reddeden Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin Ruslar aracılığıyla ABD’ye “Ya Suriye’den kendiniz çıkarsınız ya da sonunuz 1983 Beyrut gibi olur” mesajı verdiğine dair iddia ne kadar gerçek bilmiyoruz ama spekülasyon da olsa bu tür bir iddianın basına sızdırılması başlı başına El Kaidevari gruplarla savaş tamamen bittiğinde Suriye sahnesinin yeni aşamasına işaret ediyor: “Kim vurduya gitti savaşları.”
1983’te Beyrut’taki bombalı saldırı ABD ve Fransa’yı Lübnan’dan çekilmek zorunda bırakmıştı. İran ve Rusya’nın farklı tonlardaki Amerikan hassasiyeti de kendini toparlayan Suriye’nin daha tehditkar olmasına yardım ediyor.
Bir dönem Şam’da federatif bir modelin Suriye’ye uymayacağına dair çıkışlara rağmen Kürtlerin kanton sistemiyle sorunun çözümüne dair önemli bir pratik sergilediği ve yönetimin bunun üzerinde çalışması gerektiğine dair tartışmalara denk geldim. Bu tartışmalar hem askeri hem siyasi çevrelerde yapılıyordu. Ancak Kürtlerin kanton sisteminden Fırat’a kadar federasyon modeline yönelerek oyunu büyütmeleri tartışmaların seyrini değiştirdi. Nükseden bölünme sendromunun tarihsel kaynağına dair de bir hatırlatmada bulunayım: Suriye’nin bağımsızlık mücadelesi verdiği dönemde kuzeyde bir Kürt kemeri oluşturulduğuna dair Arap milliyetçiliğini körükleyen bir yaklaşım vardı. İsrail’in kuruluşundan sonra da Kürtlerin siyasal mücadeleleri “İkinci İsrail kuruluyor” itirazıyla karşılaştı. Arap Kemeri bu konsept üzerine geliştirildi.
Kürtler 2011 sonrası süreçte özerkliğe yönelince ve “İsrail’in koruyucusu” ABD de bu yapıya destek verince küllenmiş kaygılar yeniden üste çıktı.
Asıl önemli olan Esad’ın Kürtlerle ilgili çıkışını bir politikaya dönüştürüp dönüştürmeyeceğidir. Eğer bu minvalde bir politika gelişirse kuşkusuz bunun en büyük destekçisi Türkiye olur. Yine de Kürtlerle savaş seçeneğinin öne alınması çok büyük bir risk taşıyor. Şam’la müzakerenin yolunu açabileceği beklentisiyle Kürtlerin tehdidi hissetmesi bir yere kadar Rusya ve İran’ın da tercihi olabilir. Ama her iki ülke de Kürtlerle çatışmanın ABD’nin bölgeye yerleşmesine bahane olacağını biliyor. O yüzden Astana ve Soçi süreçleri öncesinde Esad’ın ‘aslan’ çıkışı, siyasi sürecin yönünü tayin etme çabası olarak da görülebilir.