Çınar ağacı, kökleriyle toprağa sıkı sıkı tutunan, geniş dallarıyla uzun yıllar; yağmura, rüzgâra, kavurucu sıcağa meydan okuyan her bahar yemyeşil dallarıyla bütün canlılara kucak açan bir ağaçtır, tıpkı Güzel Ana gibi…
Güzel Ana, yıllarca yaşadığı köyünden, akrabalarından, taşı toprağı altın denilen İstanbul’a geldiğinden kökünden sökülmüş çınar fidesiydi. Bir sokum ekmeğin, ağrısız başın uğruna; düşmanın zulmünden İstanbul’a göç eden Dersimli ailelerden biriydi.
Zorlanmaz olur mu, daha önce görmediği, yaşamadığı bir yerde yaşamak onu da zorladı. Zorluğu düşünecek, ağlayıp sızlayacak zamanı yoktu. Anaydı her şeyden önce, ona uzatılan eli; bir avuç toprağı sıkı sıkı kavradı, köklerini saldı.
İnsan, doğduğu topraklardan göç etse de yüreğini orada bırakamıyordu… Nereye giderse gitsin birlikte götürüyor. Güzel Ana’da, düşman zulmünü katliam anılarından iyi tanıyordu. İstanbul’a gelirken düşmana olan kini ve mücadeleci ruhuyla birlikte gelmişti.
Güzel Ana’nın İstanbul’a göçtüğü yıllarda halkın akın akın doğduğu toprakları bırakıp yollara düştüğü dönemdi. İstanbul’un havasını sadece köyünden göç edenler farklılaştırmıyordu. Üniversiteli gençlerin Marksist klasikleri ellerinden düşürmediği, yoğun politik tartışmaların olduğu süreçti. O dönem, devrimci gençlik amfilerde sosyo-ekonomik yapıya dair tartışmalar yürütmekle kalmıyor, halkın yaşadığı sorunlara çözüm arıyorlardı.
Halkla el ele veren devrimciler gecenin karanlığında yığılan briketler, karılan harçlarla imece usulü duvarları örülen iki göz odalı evleri, kâh ay ışığında, kâh yıldızlar eşliğinde söylenen türkülerle Gülsuyu’nda, Ümraniye sırtlarında… Sabaha kadar kondurulmuş oluyordu.
Yavan ekmeğe katık edilen çayla, bulgurla; ışığı, suyu olmayan gecekondularda başta Partizancılar olmak üzere birçok devrimci hareketin kadrosunun, savaşçısının yetiştiği dönemlerin başlangıcı oldu.
Gülsuyu Mahallesi’nde gecekonduların yapıldığı süreçte Güzel Ana sadece çay yapmakla kalmadı, yer yer gençlerin tartışmalarına katıldı, sorularıyla, eleştirileriyle kendini katmaya ve her türlü desteği sunmaya çalıştı.
Güzel Ana, tanker başlarına su sırasında beklemekle yetinmedi, mahallede ki diğer kadınları dertlerini dinleyip onları haksızlıklara karşı duyarlı olmaya çağırdı.
Güzel Ana ile benim tanışmam ise babam sayesinde oldu.
“Gezmeye Gidiyoruz”
Babam daha tutuklanmamış, evde bizimle. Okula başlamamışım ama birçok şeyi de biliyorum.
“Onlar var, biz varız!”
“Babamın arkadaşları var, askerler var!”
Hiç görmemişim ama patronlar var. Görmesem de “patron” denildikçe gerilen kaşlardan, sıkılan dişlerden bizi sevmeyen göbekli adamlar olduğunu, Demirel’e de benzeterek öyle olduklarını düşünüyordum.
Babamın işe gitmediği güneşli günlerin birinde:
“Kalk kızım, gezmeye gidiyoz” dedi.
Sevinçle sıkı sıkı tuttum elini, elim kocaman nasırlı avuçlarının arasında kayboldu.
Minübüse bindik, indik tekrar bindik. İnsanlara, çevreme, arabalara bakıyorum. Babam; “Geldik” diyince başladık yürümeye. Babamın avuçları kadar bacaklarım var, yetişemiyorum. Yorulduğumu görünce beni kucağına aldı.
“Ahan da şorası, geldik” demesine rağmen yürümeye devam ettik. Yürüdükçe bizim mahallenin tıpkısı bir mahallenin içinde bulduk kendimizi. Mahallenin çamuru kuru, çocuklar sokakta. Babama selam verenler oluyor, o da başıyla verilen selamlara karşılık veriyordu. Bir gecekondunun önünde kucağından indirdi.
Uzun, zayıf gülünce gözleri bir çizgi halini alan kadın karşıladı bizi.
Babam:
“Güzel Ana bu benim kızım” dedi.
Güzel Ana benim yanıma geldi beni kucakladı.
“Bunlar benim torunum, siz bahçede oynayın biz içerdeyiz. Tamam anne kurban” deyip babamla içeri girdiler.
Bu ne biçim gezme, geldik yine gecekonduya… Babama için için kızarken Güzel Ana’nın torunları da bana bakıyordu. Simsiyah iri gözleri, uzun kirpikleriyle Yoldaş’ın gülümseyişiyle içim ısındı. Gidip yanına oturmamlar bakışmalarımız devam etti. Yoldaş’ın ablası da yanımıza geldi; kar gibi beyaz yanakları, simsiyah saçları özenle taranıp tek örgü yapılmıştı. Gözleri Güzel Ana gibi çekikti.
İlk defa geldiğim bir yer olduğundan uslu uslu oturuyorum bahçedeki tahta divanda yoksa Güzel Ana’nın torunlarıyla bahçenin altını üstüne getirirdim.
Babam Güzel Ana’yla yanımıza geldiğinde, Güzel Ana’nın gözlerindeki ıslaklığı uzun uzun burun çekişleri sayesinde anladım.
1 Mayıs Mahallesi’ndeki evimiz köprü nedeniyle yıkılınca biz de Gülsuyu Mahallesi’ne yakın bir mahalleye taşınmak zorunda kaldık.
Yıllar sonra Güzel Ana’yı böylesi bir tesadüf nedeniyle daha sık görür oldum. Mart ayının ilk haftaları soğuk geçse de ağaçların tomurcuğa duracağı günlere az kalmıştı. Newroz bayramını gençlik olarak biz organize edecektik. Tam bir hafta eski araba lastiği aramakla geçirdik. Bulduğumuzda da en güvenli yere, evimizin kömürlüğüne sakladım. Annem kömürlükteki araba lastiğini görmesiyle;
“Bu tekerin kömürlükte işi nee?” diyerek bağırması bir oldu. Neyseki araba lastiğimizin başına bir şey gelmeden 1992 yılı 21 Martı’nda Gülsuyu Mahallesi son durakta halkı Newroz kutlamamıza davet eden çağrımızı yaptık, araba lastiğini keyifle tutuşturduk. Sloganlarımızı duyan Gülsuyu halkı çevremizi sardı. En önde de Güzel Ana vardı. Marşlar eşliğinde halaylarımızı çektik. Güzel Ana yanıma gelip “aferin anne kurban”, deyip beni tebrik edince onun gözünde büyüdüğümü anladım.
Güzel Ana, devrimcileri, düşüncelerini çocuklarından önce tanısa da; ev, eş, çocuklar, torunlar… Onu çevreleyen sorumluluklar nedeniyle körelmedi, geri durmadı. Toplumun, sistemin kadına yüklediği “görev”lere rağmen yüzünü hep alanlara döndü. Bir ana olarak bir avuç bulguruyla yoksulluğa meydan okuyan çorbalar pişirmedi sadece, devrimcilerin anası olarak düşman saldırısının hapishanelerde ayyuka çıktığı; devrimci ve komünistlerin bedenini ölüme yatırdığı 96 ölüm oruçları başladığında, o da dışarıda eylemlere katılanlar arasında yerini aldı.
Gönlü Partizancılarda olsa da, düşmanın sokağa çıkmayı yasakladığı süreçlerde Güzel Ana bütün devrimcilerin, hakkını arayanların yanında olarak gaza, jopa karşı alanlarda oldu.
Suyunu ezilen emekçi halklardan, güneşini devrime devrimcilere inancından alan Güzel Ana’yı ölümsüzlüğe uğurladık.
Analar çocuklarını ne aç ne de açıkta bırakır; o yanımızda olmasa da onun binbir emekle büyüttüğü mücadele azmine omzumuzu dayayarak çatışacağız alanlarda, her bahar yaprağa duracağız. Onun dallarında tutunarak çoğalacağız.
Kökleri toprakla buluşsa da, çekik güzel gözleri üzerimizde, el sallarken bizlere devrimin müjdesini beklediğini fısıldıyor.
O fısıltıyı dışarıda tabutuna omuz verenler, silah elde savaşanlar ve biz tutsaklar duyduğuna göre, boşa harcayacak zamanımız yok!
Kavgamızın çınarı Güzel Ana ve nice emekçi, devrimci anaların öfkesi katilleri boğana dek, mücadeleye devam!
Gebze Hapishanesi’nden Bir Tutsak Partizan