Türkiye devrimci hareketinin ortaya çıkan sorunlar karşısında çözümleme, olayı anlama ve çelişkinin niteliğini tespit etmede genelde zayıf olduğunu söyleyebiliriz. Ama bazı kriz ve kapsamlı sorunlar karşısında ise bu zayıf duruş adeta yeni krizleri tetikleyecek müdahilliklerle sonuçlanmakta, sorun çözmek yerine müdahalenin biçiminin kendisi sorun haline gelmektedir. Bunun en temel nedeni ise sorunu inceleme, hakim olma noktasındaki yöntem sorunudur. Bunun yanında küçük burjuvazinin bir hastalığı olan pragmatizmdir. Görünenle ilgilenen, onun yarattığı etkide kalan, sorunu çok yönlü ele almaktan uzak, algısal olanı ussal bilgi yapma ihtiyacı hissetmeyen tutumlar Devrimci hareketin yaşadığı ciddi sorunlardır. Bu yaklaşım, gelişmeleri kavramakta zorlandığı gibi, öğrenme ve hakim olma sürecini sakatlamaktadır.
DHF ve Halkın Günlüğü’nün Öğrenme ve Öğretme Diyalektiğindeki Anti-Maoist Duruşu!
Mao, “öğrenme hususunda doymayı, öğretme hususunda yılmayı bilmemeliyiz” diyor. Devrimci hareket “öğretme hususunda” hiçbir “yılgınlığa” düşmezken, “öğrenme hususunda” ise sürekli bir “doygunluk” yaşamaktadır. Aslında toplumsal kökleri olan; her konu hakkında fikri olma, her şeyi bilme durumu Komünistlerinde yaşadığı ciddi bir sorundur. Ama kimi küçük burjuva devrimcilerde bu durum artık patolojik düzeydedir. Bu hareketler, halka da, kendi dışındaki hareketlere de, parçası olmadıkları sorunlarda da adeta ellerinde cetvel Fransız mürebbiyeleri gibi sürekli öğretmekten, yol yöntem sunmaktan bıkmayan bir didaktik yaklaşıma sahiptirler.
Özellikle bu noktada devrimci hareket içinde Demokratik Halklar Federasyonu( son kurultayla Sosyalist Meclisler Federasyonu-SMF olmuştur) ve Halkın Günlüğü çizgisi başı çekmektedir. Birçok sorunda, meselede bu anlayış sahipleri büyük bir bilgin gibi davranmakta, sürekli öğretme zorunluluğu ve misyonu yüklenmekte, öğrenmede ise sürekli doymuş hatta bir “obezlik” durumu içindedir!
Bu anlayış sahipleri Partizan’ın yaşadığı her sorunda neredeyse meseleye dış bir faktör değil iç bir müdahil olarak dahil olmaktadır. Adeta Partizan’ın yaşadığı irili ufaklı her sorunda kendisini otomatik olarak sorunların parçası olarak tanımlayan, sorunları anlamadan-dinlemeden-incelemeden özneleşmeye çalışan, bir rol verilmediği halde ve hatta üstüne vazife olmadığı hallerde kendine rol biçen bir konumlanışla namlanmıştır. Bu anlayış sahipleri, sorunlara müdahil olurken teorik sefalet içinde olduğunu gösterircesine “kitabın ortasından” konuşmaktan, beylik laflarla “abilik” yapmaktan ise hiç geri durmamaktadır.
Partizan içinde Ocak 2017’de kamuoyuna ilan edilen darbeci-tasfiyeci Hizip ayrışması ve her ayrışmanın arkasından gelmesi kaçınılmaz kimi gerginlikler sonrası, Halkın Günlüğü ve DHF bu iç soruna hızla müdahil olma ihtiyacını bir kez daha hissetmiştir. Partizan’ın kolektif parçası olan yayın ve faaliyetinin tek taraflı hizip propagandasına dönen çalışmasına ve onun değerlerine hak sahibi olarak müdahale eden Partizan iradesini, Hizipçi anlayış ile kol kola girerek teşhir etmeye, hedefe koymaya ilk soyunan DHF ve Halkın günlüğü olmuştur. 1 Mart 2017’de “Özgür Gelecek gazetesine yönelik baskıyı kınıyoruz” başlığıyla bir açıklama yapan DHF, Partizan içindeki sorunlarda yine tek yanlı ve açık Partizan karşıtı tutumuyla arz-ı endam etmiştir.
Yine diyoruz; çünkü ne zaman Partizan içinde sorun ortaya çıksa, ne zaman bir hizip ve bozgunculuk boy verse bu parti yıkıcısı tutumu ilk destekleyen, çeşitli gerekçelerle koparılan yaygarayı kamuoyuna etkin şekilde taşıyan DHF ve Halkın Günlüğü olmuştur. 2002’de Güneşin Sofrası süreci, 2008’de İbocu Dönüşüm Hareketi adlı bozguncular dönemi ve yine partiye sırtını dönmüş kişisel hırs ve kaygıyla hareket eden ve partinin altını oymaya çalışan her kopuşta kabaca tabir edersek “Gel ne olursan ol gel”, “Partizan’ı zayıflatacaksan gel” diyen bir anlayışla konumlanmıştır. Kuşkusuz DHF bu konumlanışında ciddi politik hesaplar içindedir. Zira her parti içi sorunda Partinin karşısında konumlanışı, tarafını en hızlı şekilde “hizipçi ve bozgunculuktan” yana koyması tesadüf değildir. Bu bir ideolojik konumlanışa, sınıfsal duruşa ve pragmatizmle bezenmiş politik hesaplara dayanmaktadır.
DHF bu tartışmalarda çıkış ve taraf alma pozisyonunu “şiddet” argümanı üzerinde şekillendirmekte, bunun üzerinden Partiye hücum etmektedir. Sorunu anlamaktan uzak, çözümlemeye dayanmayan, çok yönlü bakmaktan kaçan, taraflara eşit mesafede durarak incelemeyen bir yöntemle Partiyi kökleri derin tarihsel nedenlere dayanan gerekçelerle peşinen suçlu ilan etmeye odaklı bir tutumu benimsemektedir.
“Halk İçindeki Çelişkilerin Ele Alınması” Meselesi Ve DHF’nin Kilide Uydurmadığı Anahtar!
Bu süreçlerde “öğretmekten yılmayan” bir öğretmen rolünü üstlenmektedir. “Halk içindeki çelişkilerin doğru ele alınması” gibi Mao’nun ünlü felsefi metnine dayanarak bir “üst akıl” gibi bize Mao’yu anlatan tutumlarıyla çiğleşmekten hiç yorulmamaktadır. “Yılmayan bir öğretmen” ünvanını gerçek anlamda hak etmektedir. Oysa Mao’nun Komünist ruhunu değil, işine gelen kısmını kullanarak, aslında Mao’yu sağcılaştıran bir yorumla karşımıza çıkmaktadır. Halk içindeki çelişkilerin doğru ele alınması meselesinde Mao, ne şiddet öğesini tümüyle yok saymakta, ne de halk dalkavukluğu yaparak halka sonsuz suç işleme özgürlüğü tanımaktadır. Hele bu metnin parti içi ayrışmalarda kullanılırken DHF’nin ele aldığı gibi bir bakış açısı yoktur. Partizan içindeki Hizip çalışmasının ve yarattığı ayrışmanın bir uzlaşıyla, ortak bir irade sonucu oluşmadığı bilinmelidir. Hizip faaliyeti yürüten anlayış kendisini nerden aldığı belli olmayan yetkilerle donatmış ve partinin hem ideolojik-siyasi çizgisinde hem de örgütsel çizgisinde bir tasfiyeci girdaba sokmaktadır. İki çizgi mücadelesinin koşullarını ortadan kaldıran, partinin disiplinini yok sayarak partinin programatik görüşleriyle çelişik bir hatta mücadeleyi Parti adına yapmaya çalışmaktadır. Bu anlamda Hizip faaliyetinin ürettiği sonuç uzlaşmaya dayalı bir ayrışım ve kopuş değil; yalan, iftira ve hukuksuzluğa dayanan bir kendini dayatma durumudur. Bu anlamda işlenen fiil esasında “suç” kapsamındadır. Artık partiden ayrıldığını, kendi örgütsel yapısını kurduğunu ilan eden, bir mücadele programı ilan ederek kendi yolunda yürüme hattı Hizip tarafından benimsenmemektedir. Bu durum yaşanan ayrışmayı olağan kılmamakta, olağan dışı bir durumun oluştuğunu göstermektedir. Birincisi DHF bunu anlamalıdır.
İkincisi; Halk içindeki çelişkilerin ele alınmasında barışçıl yol ve yöntem kullanılmasını Mao halkın suç işleyen kesimlerini dışında tutarak tanımlamaktadır. Bunu ilgili metne bakarak her okuyucu rahatlıkla görebilir. Diğer bir noktada parti içi ayrışmalar da çözüm yönteminde “Devrimci şiddeti” Mao hiçbir zaman yadsımamıştır. Ortaya çıkan ayrışmanın sınıfsal niteliği, işlenen suçların kapsamı gibi somut durumu inceleyerek tutumunu benimsemiştir. Wang Ming’in gerçekleştirdiği darbeci-tasfiyeci girişimde de öyle yapmıştır, Lui Şao Şi revizyonizmin yarattığı partiyi kuşatma ve misyonunda uzaklaştırma sürecini de öyle ele almıştır. Eğer bu arkadaşların ele aldığı gibi bir yaklaşımla sorunu ele alırsak Parti içindeki Revizyonizme karşı Mao’nun başlattığı Kültür Devrimi aslında Halk içindeki çelişkilere hiçte uygun olmamalı. Hatta Komünist Parti kadrolarına ve Halk içindeki unsurlara karşı acımasız bir gaddarlık yapılmış demeleri gerekir. Zira revizyonizme, kapitalist yolculara karşı en sert devrimci şiddet yöntemleri bu süreçte kullanılmıştır. Bu bağlamda Halk İçindeki Çelişkileri Doğru kavrayalım diyerek barışçıllık, uzlaşmacılık türküleri söylemek ve bunu mutlak bir anlayış şeklinde ele almak kendi sınıf işbirlikçi, liberal dünya görüşünü Mao yoldaşa atfetmek anlamına gelir. Sorunu somut gerçekliğinde, sınıfsal karakterinde ve işlenen suçun politik muhtevasında aramak lazım. Yani yine somut koşulların somut tahliline dayalı bir inceleme ve buna uygun bir politikayla çelişkiyi ele alma yöntemi esas olmalıdır. DHF liberal ve sınıf uzlaşmacı dünya görüşünü Mao’ya atfederek “Halk İçindeki Çelişkileri Doğru Ele Alalım” yaklaşımını sulandırmakta, içini boşaltmaktadır.
Her Gerginlik “Şiddet Politikası Var” Demogojisinin Keyifli Meyvesi!
Üçüncüsü; DHF’nin tavır aldığı olaya ve olaylara gelirken bu ayrışmayı somut koşullar ışığında biz nasıl değerlendiriyoruz ve politikamız nedir? Öncelikle belirtelim ki bu ayrışma vesilesiyle “devrimci şiddet” kullanma şeklinde bir politika belirlemiş değiliz ve bu eksende pratiğimiz de söz konusu değildir. Tüm tahriklere, iftiralara, komploculuğa, aşağılık dedikodulara rağmen sürecin özellikleri, içinden geçtiğimiz durumun hassasiyeti ve hizibin çap ve kapasitesini gözeterek bir devrimci şiddet politikamız yoktur. Ki böylesi ayrışmalarda devrimci şiddet uygulanma kararı alınsa dahi kolektif bir hedef alma olmayacağı, somut suç işleyenlere yöneleneceği bilinmelidir. Ama altını çizerek ve açıklıkla belirtelim ki her hangi bir DEVRİMCİ ŞİDDET UYGULAMA POLİTİKAMIZ SÖZ KONUSU DEĞİLDİR. Peki partinin kolektif değeri olan yayına dair yaklaşımımızı nereye koyacağız. Bu tabloda Partizan’ın sesini kısmaya çalışan, iradenin adına nereden yetkilendiği belli olmayan bir iradeyle Partizan’ın değerini Partizan’a karşı kullanan yayının alınması tarafımızca meşru görülmektedir. Bu eksen belli bürolara kolektif adına ve yeni görevlendirme bağlamında müdahale de bulunulmuştur. Ancak asıl sorun şudur: bu müdahalede görevden alınan eski büro çalışanların darb edilerek uzaklaştırıldığı iddiasıdır. İşte bu yalanın, iftiranın baş gösterdiği noktadır. Bürolara el konulmasını ideolojik-politik temelde tartışmak, sorunun ele alınışına dair ideolojik mücadele yürütme meselesine kapalı değiliz. Ancak bu görev değişikliği olurken şiddet öğesinin kullanıldığı meselesi ve bunun üzerinden Halk içindeki çelişkileri yanlış ele alıyorsunuz tartışması yalan üzerine kurulan bir senaryonun icra edilmesidir. Tartışmayı yalanla ve iftirayla kurmak ideolojik mücadele de bir gelişime tekabül etmez. DHF bunu yapmaktadır.
Neden peki Hizipçi anlayışın yalanlarına inanmaktadır. Bizce asıl mesele budur. Neden Partizan’ın şiddet olmadığına dair somut kanıtlarına, net açıklamalarına değil de Hizipçi anlayışa inanarak onun safında konumlanmaktadır. Bizce bu bir sınıfsal, siyasal, ideolojik kardeşlik meselesidir. DHF kendi siyasi çizgisine yakın bulduğu hizipçiliği koruyup kollayarak, onun zayıf ideolojik formasyonunu ve etki yaratma gücünün yetersizliğini bilerek; Partiyi zayıf düşürecek bir gündem haline getirmek ve zamanla ilişkisini güçlendirip tıpkı İbocu Dönüşüm Hareketi’nde elde ettiği sonuç gibi kendi bayrağı altına çekmek istemektedir. Bu bir niyet okuma değildir. Bu siyasetin çıkara dayanan basit bir hesabı ve cilvesidir. Bunun yanında ama özellikle 1994’de gerçekleşen ayrışmanın taraflarından biri olan DHF ve Halkın Günlüğü aynı tabana hitap eden, bir birini yakından takip eden bir konumlanışla bu durumlarda Partinin karşısına dikilerek Parti tabanını manüple ederek kendine çekmenin hesabı içindedir. Tarihsel olarak yaşanan ayrışma da oluşan güvensizlik 23 yıl geçmesine rağmen DHF’de partiye karşı sürmektedir. Bu bağlamda başka bir dinamikte Partinin bu durumlarda hatalı olacağına dair derin ve köklü ön yargıdır.
Biz bunları anlaya biliriz. Ancak DHF şehitler veren, ciddi bir devrimci mücadele yürüten hareket olduğunu unutmamalıdır. Bunun sorumluluğunu taşımakla yükümlüdür. Önderlik çizgisi buna uygun şekillenmelidir. Bu tür, başka örgütün iç sorunlarında, devrimci güveni ve ilişkileri zedeleyecek, sorunu anlamaktan uzak tutum ve alınan tarafgir yaklaşım tamiri zor olacaktır. Kuşkusuz bu neviden sorunlar karşısında devrimci kaygı taşımak önemlidir. Bu kaygıyı taşıyan ciddi bir hareket soruna benzin dökmez, bir tarafı sürekli hedef tahtasına oturtmaz. Kamuoyunda itibarını zedeleyecek girişimlere tenezzül etmez. Tarafları dinler, sorunu anlamaya çalışır, kendi bakış açısını ve çözüm yollarını taraflara aktarır, çok müdahil olmak istiyorsa izin verildiği ölçüde kendi pratik çözümlerini hayata geçirmeye çalışır. Ancak DHF bunu yapmanın kıyısında bile durmamaktadır. Hizipçilerin devrimcileri soruna müdahil etme çabasına kapılarını sonuna kadar açmakta, tarafımıza bu eksende danışma bilgi verme gereği hissetmemekte, soruna bakış açımızı öğrenme zahmetine dahi katlanmamaktadır. Sorumlu davranıp meseleye dair bilgilendirme yapmamıza rağmen ve bu bilgilendirme de hiçbir eleştiri yapmaksızın kendi bildiğini okuyan yaklaşım ise tam bir ibretlik vesikasıdır. Bu ciddiyetsiz, sorumsuz ve ilişkilerde güveni zedeleyecek bir anlayıştır.
Hizipçilikte, Darbecilikte, Tasfiyecilikte Kardeşleşme!
Dördüncüsü; DHF ve hizipçi anlayış esasta ideolojik-politik olarak birçok konuda daha yakın bir konumlanış içindedir. Birleşik Cephe politikası, ülkenin sosya ekonomik yapı meselesi, güncel politik gelişmelerde yakalanan ortak paydaşlık, Kaypakkaya’nın temel tezlerinin güncellenmesi ve partinin çizgisinin dogmatikliği üzerine hem fikirlik hemen hemen söz konusudur. Bu ideolojik siyasal yakınlık kuşkusuz daha fazla ortak hareket etme zemini, daha fazla örgütsel yakınlık ve temas anlamına gelmektedir. Yukarda ideolojik-politik kardeşlik dediğimiz mesele budur. Fakat yine de ayrışmalar ve ayrılıklarda bu yakınlık bu denli tarafgirlik sonucunu doğuramaz. Siyasal yakınlık örgütsel sorunlar karşısında taraf olmayı etkileyen bir durum olabilir. Ancak siyasal yakınlık, söylenen yalanlara, ortaya atılan komplolara, iftiralara ve devrimciliğe güven sorunu yaratan dedikodulara ortak olmak anlamına gelmemelidir. DHF şunu unutmamalıdır: bahsi geçen gerginlikler bize yönelik kimi saldırılarla da hayata geçmiştir. Ancak biz bunları kullanılacak malzeme olarak görmedik. Kimi derneklerde bildirilerimiz yırtıldı, yine Kaypakkaya anma afişlerimiz çöplere atıldı yoldaşlarımızın faaliyetini engelleyecek şekilde şiddet girişimleri yaşandı. Kimi kitle örgütü kongrelerinde taciz, hakaret ve küfürlere maruz kaldık. Son olarak da bu Hizipçi grubun yarı-resmi internet sitesinde devrimciler isim isim teşhir edilip, yalanlarla bezenmiş özel yaşama dair yazılar yayınlandı. Bunların her biri yaşandı yaşanıyor. Kulaktan kulağa dolaşan dedikoduların, komplo teorilerinin, düşman vari söylemlerin ise bini bir para. Bu bütünlüklü tabloyu görmemezlik içinde olmak, bunlara hakim olma kaygısı gütmemek devrimci bir örgütün yanlış peşinde, yanlışı var etme adına zaaflarını derinleştirmesi anlamına gelecektir. Hiçbir siyasal yakınlık soruna hakim olarak konumlanmanın önünde engel değildir. Ama DHF pragmatizminin önünde belli ki ciddi bir engeldir bu durum.
Ancak DHF ve Halkın Günlüğüne şu uyarıyı yapmayı görev biliyoruz: PARTİZAN içindeki her sorunda hizipçi ve bozguncu anlayışları destekleyen, parti karşısında duruş alan konumlanışınızla hesaplaşmanızı salık veriyoruz. Bu konumlanışınız belli ki tarihinizle hesaplaşma da eksikliklerinize işaret etmektedir. Biz sizin hiçbir iç tartışmanızda, ayrışmanızda böylesi bir konumlanışı kendimize yakışık bulmadık. Doğruda bulmuyoruz. Partizan içindeki hizipçi-darbeci her anlayışta yanında ilk dost olarak sizi bulmaları hala darbeci anlayışınızın köklerinin ne kadar derinde olduğunu göstermektedir. Hizipçilerin ise DHF ve Halkın Günlüğünden medet umar hale gelmesi, yalanlarla bu çevreyi kendi yalanlarına ortak etmesi siyasal karakterine dair ciddi bir ipucu olarak görmekte fayda var. Zira bu hizipçi anlayış 1994’de partinin maruz kaldığı muamelenin ve pratiklerin hepsini edindiği deneyimle partiye karşı uygulamaktadır. Partinin çıkardığı deneyimlere yaslanmak yerine 1994 darbeci anlayışın deneyimlerine yaslanmayı, mahkum ettiği bu anlayışın o süreçte gerçekleştirdiği pratiklere sarılmayı tercih etmesi düşündürücüdür. Zira “DABK ayrılığını artık daha iyi anlayanda”, parti bölünecek diye her alanda birkaç yıl öncesinden tedbir alanda, tek tek kişileri teşhir edip hedef gösterende, komplo teorileri üreterek Partiye kara çalanda bu hizipçi anlayışın içinde yer alan ve sürükleyici motoru durumunda olanlardır.
“Şiddet Var” Adlı Demagojik Senaryoda, Yalan Sarmalına Dolananlar!
Taraf olma ve konumlanma meselesi sadece Özgür Gelecek bürolarının kolektifin müdahalesiyle alınmasında değil daha sonra Hatay olayı diye geçen bir gerginlik ve şiddet olayında da kendisini gösterdi. Hatay’da taraftarlarımıza ve yoldaşlarımıza küfür, hakaret yoluyla saldıran bir şahsa karşı, bu gerginlik ortamında fiziksel olarak müdahale edilmesi sanki Hizipçi anlayışın faaliyetlerini engelleme gibi yansıtılmıştır. Öncelikle bu şahıs ne özgür gelecek muhabiri diye hedef yapılmış, nede söylendiği gibi bir pusu ve özel cezalandırma sorunu vardır. Karşı karşıya gelme durumunda küfür ve hakaretlerle yapılan saldırıya karşı gösterilen bir tepki söz konusudur. Kuşkusuz yoldaşlarımız daha serin kanlı olup zaten bu şekilde gündem olmaya çalışan bu anlayış sahibini yok sayıp, kendi seviyesizliği ile baş başa bırakabilirdi. Ancak böylesi ortamlarda olması mümkün bir sonuç çıkmıştır. Bu durum bizim şiddet politikamız olduğu anlamına gelmez. Bu hizipçi anlayışa karşı devrimci şiddet uygulama yönelimimiz olmadığı halde, tek tek yaşanan gerginlikleri sanki böylesi bir yönelim varmış gibi sunmak tam bir siyasi çaresizlik, zayıflık ve zavallılık halidir. Adeta “bizi dövseler de gündem olsak” havasında bir siyasi çizgi izlenmektedir.
Bu duruşa Alınteri, Özgür Toplum, Halkın Günlüğü ve Umut gibi yayın çevreleri maalesef ortak olmuş ve Temmuz 2017’de ortak bir açıklama yaparak Özgür Gelecek gazetesine baskıya son verilmesi çağrısı yapmıştır. Bu çevrelerin yaptığı bu açıklamanın iki tarafı da serinkanlı olmaya davet etmesi ama son tahlilde açıklamayı Özgür Gelecek’e yönelik baskı olarak bağlaması kabul edilemezdir. Yılların deneyimi olan, ayrılıklar yaşamış bu grupların böylesi ortamlarda gerginliklerin kaçınılmaz olacağını bilmemesi imkansızdır. Birazcık bir göz atmayla gerginliğin karşılıklı ürediğini görmeleri mümkündür. Yine birazcık yakından baksalar “devrimci şiddet” politikası uygulanıyor olsa ortalığın hiç de böyle sakin olmayacağını, meselenin çok daha sert ve şiddetli geçeceğini görmeleri mümkündür. Lokal bir gerginlik üzerinden ortak bir açıklama ihtiyacı duymak sorunu hiç anlamamak, meseleye hiç hakim olmamak demektir. Hakim olmadığın meselede ise devrimci yöntem hakim olmaya çalışmak olmalıdır. Maalesef ilgili kurumlar bu olay nezdinde gerçeklere hükmetme görevini tümüyle unutmuşlardır. Bu bağlamda ciddi bir güven kaybına neden olmuşlardır. Parti açısından oldukça ciddi bir meselede bu kadar gayri ciddi bir duruş hafızalarımıza kazınmıştır. Bu yapılara karşı tarafımızca güven noktasında ciddi kırılmalara yol açmıştır. Devrimcilerin internet sitelerinde, destek verdikleri hizipçiler tarafından çarşaf çarşaf isimleri yayınlanırken, düşmana hedef gösterilirken, birçok alanda bu hizipçiler tarafından ilgili ilgisiz kamuoyuna parti kadroları isim verilerek hedef gösterilirken, devrimci mücadeleye dair bu çalışmalarla derin güvensizlik yaratırken bu açıklamanın kendisi de kamuoyunda başka bir güvensizliğin oluşmasına hizmet etmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Bu eksen de bu dört gazete ve dergiyi sübjektif, tarafgir ve gerçekle ilgilenmeyen tutumlarından dolayı kınıyoruz. Açıklamalarına ve gerçeklere bir daha bakmalarını, meseleyi anlamak ve kavramak üzerine taraflarla daha fazla görüşerek hakim olmalarını ve ona göre tutumlarını belirlemelerini salık veririz. Devrimci mücadele unutulmamalıdır ki gerici burjuva-feodal siyaset biçiminden temelde ayrışır. Mağduriyet üzerine inşa edilen siyaset, devrimcilikte iddianın kaybolmasına işarettir. Hizipçi anlayışı karakterize eden siyasi çizgi ve önderlik, normal olarak her ayrışmada çıkacak en ufak gerginliği, bin bir çeşit yalanla süsleyip mağduriyeti oynayarak devrimcilik adına barutlarının tükendiğini göstermektedir. “Ne olursa olsun gündem olayım”, “diğerlerini yıpratarak güç devşireyim” diye hareket eden bir devrimcilik uzun ömürlü sürecek bir devrimcilik değildir. Başka çevrelerin bu tükenmiş baruta vereceği destek sadece “barutu olduğunu” sanma yanılgısı olacaktır. Partizan olarak yaptığımızı söyler, söylediğimizi yaparız. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Ne mağduriyete ne de yalanlarla inşa edecek kumdan kalelere ihtiyacımız vardır. Derdimiz ve tüm kaygımız Partinin içinde bulunduğu bu zor dönemi kendi zaaflarımızı da tespit ederek aşmak ve Kaypakkaya yoldaşın Partisinin ihtilalci çizgisini titizlikle ve kıskançlıkla korumaktır. Bunu başaracağımız da bilinmelidir.