Sınıf savaşımında en çok kullandığımız, “Kitle”, “Parti”, “Devrim” kavramlarıdır. Devrim için kitlenin olmazsa olmazlığı… Bu düşünce tüm MLM’ler tarafından kabul gören bir özelliğe sahiptir. Ancak, bu genel kabul görme eğer somut belirlemelerle detaylandırılmazsa ve birbiriyle olan diyalektik ilişkisi ve bütünlüğü kurulmazsa, bu kavramların hiçbir anlamı kalmaz. Kavramlar gerçek içerikleriyle değil, dejenere edilmiş halleriyle uluorta kullanılan boş kavramlar haline getirilir. Gerçek içerikleri kavranamayan, sınıf savaşımındaki önemi görülemeyen ve mücadelenin ihtiyaçlarına pratikte yanıt verir hale getirilmeyen hiçbir kavramın sınıf savaşımı adına etkili olması beklenemez. O halde bu temel içerik dejenerasyonun ortadan kaldırılması başlıca görev olarak savaşımın bütün süreçlerinde önemle üzerinde durulması gereken önemli bir yandır.
Teorik bir berraklığa sahip olunmadan, bu teoriyi sınıf savaşımında uygulayabilecek politik bir hatta sahip olunmadan sınıf savaşımının sorunlarına hükmedilemez. Gerek teorik anlamda gerekse pratik anlamda karşılaşılan sorunların aşılması ve mevcut doğrunun yeniden daha üst düzeylerde üretilmesi mümkün olamaz. Küçümsenen teori ideolojik gıdasızlığa, ideolojik gıdasızlık ise çapsız, etkisiz bir pratiğin ortaya çıkmasına neden olur. Bu çapsız pratik, giderek çapsızlığın teorisini üretir ve çapsız bir teoriyle pratiğin şekillendirdiği yeni bir ideolojik şekillenme ortaya çıkar. Veya yeni bir ideolojik şekillenmeyle bütünleşilir. Bu yeni ideolojik şekillenme, proleter ideolojiden giderek kopan küçük burjuva ideolojik şekillenmedir. Bu ideolojik şekillenmenin temeli olan özel mülkiyetçi sistem ise tüm kötülüklerin kaynağıdır. Tüm kötülüklerin kaynağından gıdasını alan bir şekillenmenin mevcut sömürü ve zulüm sistemine karşı temelden bir savaşıma girmesi beklenebilir mi? Elbette ki hayır.
Kitle çizgimiz, kitle içinde çalışma yöntemlerimiz, kitle ve parti ilişkisi, kitlelerin devrimdeki rolü sorunlarından önce kavramamız gereken daha önemli, daha öncelikli bir sorun olan proletaryanın tarihsel ve toplumsal rolünü ve öncelikle de proletarya ideolojisinin savaşımı açısından ve insanlığın nihai kurtuluşu olan Komünizm açısından önemini kavramak durumundayız. Sorunun bu esas yanı kavranmadığı ve buna uygun davranılmadığı sürece diğer bileşenlerin kendi başına bir anlamı olmaz.
Niçin savaştığını, kim için savaştığını net olarak bilmemek, bunu bilince çıkarmayıp kendini buna göre şekillendirmemek sadece politik bir sorun teşkil etmez. Aynı zamanda ve esasta ideolojik bir soruna tekabül eder. Bu ideolojik şekillenişin davranışa yansıması ise örgütsel bozuklukları, kişilik bozukluklarını had safhaya vardırır. Bu bozuklukların giderilmesinin temel yöntemi, MLM bilimsel ideoloji zırhıyla donanmak ve bu zırhı tüm saldırılara karşı sürekli güçlü kılmaktır. Burjuva ideolojik saldırıların her türüne karşı bu savunma zırhını sürekli güçlü kılabilmenin yolu ise başta emperyalist haydutlar ve onların yerli uşaklarının burjuva-feodal ideolojilerine saldırmak, bu faşist ideolojinin işçi sınıfı ve emekçi kitleler üzerindeki uyuşturucu etkisini parçalamak ama sadece parçalamakla yetinmemek, tek devrimci ve bilimsel ideoloji olan MLM proleter ideolojinin otoritesini tesis etmektir. Yalnızca ve yalnızca proletarya ve emekçi halklar üzerinde proletaryanın ideolojik otoritesini kurmak, onları kölelik zincirinden kurtarma bilincine, proletarya ideolojisinin iktidarı için savaşma özgürlüğüne kavuşturabilir. Kendi hakları, özgürlükleri ve kurtuluşları için savaşma bilincine kavuşturulamayan işçi sınıfının ve emekçi halkın tarihte ve toplumda herhangi bir güç olarak kendini kabul ettirmesi veya diğer güçler tarafından bir “güç” olarak kabul görmesi mümkün mü? Hiç şüphesiz ki mümkün değil ve mümkün olmayacaktır.
İşçi sınıfının ve emekçi kitlelerin gücü nereden gelir? Ya da bu kitleler nasıl bir güç haline gelir? İşçi sınıfının gücü üretim sürecindeki temel konumundan, üretim sürecinin kendisine kazandırdığı, disiplin ve kolektivizmden gelir. Bu güç kapitalizmin ortaya çıkışından itibaren ortaya çıkmıştır. Ancak bu bilinçli ve iradi bir ortaya çıkış değildir. Kapitalizmin ortaya çıkışındaki temel sınıflardan birinin, burjuvazinin karşıtı olarak ortaya çıkmıştır. Ve ilk başlarda kendiliğindendir, kendi tarihsel ve toplumsal gücünün bilincinden yoksun durumdadır. Giderek kendiliğinden durumdan çıkarak bilinçli bir sınıf olması, kendisi için bir sınıf olması ise proleter ideolojinin şekillenmesi ve bilimsel bir nitelik kazanmasıyla mümkün olur. Tarihsel ve bilimsel gelişimin belli bir aşamasında, proletaryanın bilimsel ideolojisi olarak formüle edilen Marksizm ortaya çıktı. Bu proletarya açısından yeni bir tarihsel dönemdir. Artık bilimsiz, ideolojisiz bir sınıf değil, en devrimci sınıf olarak tarihin motorunu ileriye doğru taşıyacak yegane sınıf olarak, sınıf bilinçli proletaryanın şekillendiği dönem başlamıştı.
Sınıf savaşımının farklı ve nitel bir aşaması olarak kendiliğinden sınıf olma yerine sınıf bilinçli proletarya olmada belirleyici etken bilimdir, ideolojidir. Burjuva ideolojisinin karşısında enternasyonal proletaryanın büyük öğretmenleri Marks ve Engels tarafından oluşturulan proleter ideoloji her bir aşamasında bilimle temellendirilmiştir. Bu aşamadan sonra, kendiliğinden, potansiyel bir güç olan proletarya, tarihin ileriye taşınmasının ve toplumsal dönüşümün motoru olma niteliğine kavuştu. Sadece kendisinin kurtuluşunu değil, toplumun ve nihai olarak da insanlığın kurtuluşunu gerçekleştirebilecek yegane toplumsal güç ve kendini de yok edecek yegane mülkiyetsiz devrimci sınıf olma niteliğine büründü. Görülüyor ki; proletaryanın gücü, onun emeğinin yaratıcı-üretici gücünden, üretim sürecindeki yerinden ve bilimsel ideolojisinden gelir. Görülmesi ve kavranması gereken bu gücün hükmüdür. Görülmesi gereken bu gücün kimin tarafından, nasıl örgütleneceğidir, bu güce kimin tarafından önderlik edileceğidir.
Üretim araçları kimin mülkiyetindedir? Üretim ilişkilerine hangi ideoloji damgasını vuracaktır? Bu bir toplumsal dönüşümü sağlamanın- yani devrimin- temel konusudur. Ancak ondan önceki aşamalarda da iki sınıfın, iki ideolojinin dişe diş ve şiddete dayanan savaşımı devam etmektedir. Burada sorun şudur: Başta proletarya olmak üzere geniş emekçi yığınlar nelerin etkisi altındadır? Hiç şüphesiz ki burjuva-feodal ideolojinin ve onun şiddete dayalı dayalı aygıtlarının… Komünistler açısından sorun nedir? Kitleleri bu burjuva- feodal aygıtların denetiminden çıkararak, kendi ideolojisiyle, kendi biliminin yol göstericiliğiyle bütünleşmesini ve faşist düzene karşı savaşımda harekete geçişini sağlamaktır. Bu hareket sürecinde kendi öncü müfrezesi olan Proletarya Partisi’yle bütünleşmesini sağlamaktır. İşte başlıca sorunumuz budur. Mao; “Halk, yalnızca halk, dünya tarihini yaratan itici kuvvettir” derken buna işaret etmektedir. Halkı kazanan herşeyi kazanmıştır. Kazanılmış bir halkla yıkılamayacak ve yeniden inşa edilemeyecek hiçbir şey yoktur ve olamaz. Yeter ki, buna inanalım ve Proletarya Partisi’nin bilimsel ideolojisiyle bu halkı harekete geçirip, savaştıralım. Bunu yapabilmenin ilk adımı, devrime, sosyalizme ve komünizme bilimsel bir inançla bağlanmaktır. Devrimi gerçekleştirebilmek, sosyalizmi inşa etmek ve komünizme varmak ise proletarya ideolojisine ve halka güvenmekle olur. Halka güvenmeyen, kitlelerin devrimdeki belirleyici rolünü görmeyen hiçbir anlayış bırakalım devrim yapmayı; kendi varlığını bile koruyamaz. Türkiye’de kitlelerden kopan her düşünce giderek yozlaşmış, yozlaştıkça devrimden, sosyalizmden kopmuş ve düzenle bütünleşmiştir.
Şunu sormamız gerekiyor: Neden gerici akımlar, hatta şoven, ırkçı akımlar kitleler içinde geniş bir taban bulabiliyor? Neden burjuva partileri binlerce, milyonlarca emekçiyi peşinden sürükleyebiliyor? Neden reformist, revizyonist ideoloji ve hareketler düzen içi politikalarının peşine kitleleri takabiliyor, onları defalarca aldatma imkanı bulabiliyorlar? “Neden acaba?” diye sormalıyız. Peki bu soruların yanıtı nedir? Bu en başta MLM ideolojini kavranışındaki sorunlara işaret eder. Devamında MLM’lerin kitlelerle gereğince bütünleşememeleri, kitlelerin devrimdeki rolünü yeterince kavrayamamaları gelir. Sorunun esası budur. Öncelikle hesaplaşmamız gereken ve yıkmamız gereken sorun budur. Bu yanlış ve anti- MLM anlayışı yıktıktan sonra kitlelere ulaşmanın ve harekete geçirmenin, savaştırmanın ve örgütlemenin önündeki temel engeller kaldırılmış olur. Bu engelleri kaldırmadan devrim adına, Proletarya Partisi adına söylenecek herşey anlamsız ve boş olacaktır. Anlamsız ve boş kavramlarla kitlelerin örgütlendiği, savaştırıldığı nerede görülmüştür? Komünistler görevlerini yerine getirmediği zaman MLM’yi çeşitli biçimlerde revize eden bir dizi küçük burjuva akım giderek gelişir, giderek güçlenir. Sahte devrim söylemleriyle kitleleri peşine takar. Komünist Parti’nin ve militanlarının boş bıraktığı ortamı bu tür akımlar hızla doldurur. Ve giderek oraya yerleşir, kalıcı hale gelir. Bugün işçi sendikalarında, kitle örgütlerinde, semtlerde, fabrikalarda; gençlikte, kadınlar içinde, köylüler içinde, aydınlar içinde, daha çok küçük burjuva ideolojisinin politik temsilcileri etkindir. Bu bir gerçeklik ve bir sonuçtur. Peki neden böyledir? Komünistler kendi görevlerini gereğince yerine getirmediği için… Bunun esas nedeni yine söz konusu toplumsal kesimlerin devrimdeki rolünü kavramamakla ilgilidir.
Neden kavranmıyor? “Pratik çalışmaya bağlanmış teorik eğitim”i sistemleştirmediğimiz, anti- bilimsel ve anti-diyalektik bir biçimde ele aldığımız “pratik mi önce gelir, teori mi” gibi tartışmalardan arınamadığımız için… Yaşamın gerçekliğinden kopuk, temel görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmeye hizmet etmeyen, sınıf savaşımının bizzat pratiğinde yürütülmeyen tartışmaların sınıf savaşımına hizmet edebileceğini asla kabul etmiyoruz. Bir bütünün iki temel parçası olan kavramları karşı karşıya koymak ve bunlar karşısında tercihe zorlanmak tam anlamıyla anti- bilimsel, anti- diyalektik mekanik bir anlayıştır. Olguları ele alırken, tamamen sınıf savaşımının ihtiyaçlarına göre ele almak zorunludur. Ancak sınıfın çıkarlarını da kısa vadeli ve bugünün çıkarlarıyla sınırlayıp geleceğin çıkarlarından koparmak, devrim, proletarya diktatörlüğü, komünizm gibi esas ve stratejik çıkarlardan koparıp almak veya tamamen örgütün, grubun, bireylerin çıkarlarına göre şekillendirmek tam anlamıyla bir sapmadır. Düzeltilmezse reformizme ve revizyonizme götürmesi kaçınılmazdır.
Reformizm sadece açıktan düzen içi sınırlara çakılıp kalmak değildir. Reformizm sadece silahlı mücadeleyi reddetmek değildir. Reformizm sadece yasallığı savunmak değildir. Reformizm politik iktidar mücadelesinden ve proletaryanın nihai amaç ve hedeflerinden koparak, stratejik ilkelerini hiçe sayarak günün “acil” sorunlarına hapsolmaktır aynı zamanda. Sınıfın nihai kurtuluşu ve iktidarı için değil de ekonomik- demokratik koşullarının düzeltilmesi mücadelesidir reformizm. Öbür taraftan, kitleleri politik iktidar mücadelesi için örgütleme ve savaştırmanın mekanizmalarını yaratma ve bunu gerçekleştirme yerine mücadeleyi örgütün çerçevesiyle, örgütün sorunlarıyla sınırlayan ve giderek kitlelerden kopan bir bakış açısı da reformizme götüren bir sapmadır. O ister silahlı mücadeleyi savunsun, ister illegal örgütlensin, bu hiçbir şeyi değiştirmez. Zira reformizm sadece örgütsel biçimler ve mücadele yöntemleri ile açıklanamaz. Reformizmin esasta politik hedefler, ideolojik hedefler bakımından ele alınması gerekir. Örgüt ise “biçim”dir. Burada biçim olarak örgütü yadsıdığımız anlaşılmasın. Hiç şüphesiz ki, “biçim” –örgüt- özden koparılamaz. Bunlar birbirlerini tamamladıklarında net biçimde bir nitelik olarak adlandırılabilir. İdeoloji- politika- örgüt bütünselliğinde her bir parçasındaki sapma hiç şüphesiz niteliğe tekabül eder. Ancak esas ideolojidir. Belirleyen ve damgasını vuran ideolojidir.
Bu anlamda kitlelerin devrimdeki rolünü görmeyen ve buna göre şekillenmeyen bir örgütsel anlayış politik iktidar hedefinden giderek kopar, giderek yozlaşır, giderek uzaklaşır ve objektif olarak reformizme sapar. Keza kitlelerin devrimdeki rolünü kabul ettiği halde buna denk düşen ve kitleleri savaştıracak nitelikte örgütsel mekanizmalara gereksinim duymamak ve bunları yaratmamak da reformizme götürür. Demek ki reformizm salt silahlı-silahsızlıkla, legallik-illegallikle açıklandığı zaman bir başka sapma gündeme gelir. Bu kaba ve açık olan reformizme göre, daha ince ve üstü örtülü reformizmdir. Tek fark burada… Giderek politik iktidar hedefine kilitlenme unutulur ve örgüt amaç haline gelir. Bu ciddi sapmanın ortaya çıkmasından sonra ne kadar “merkezi görev”den bahsedersek edelim bu söylemin fazlaca bir önemi olmaz. Aksine bu doğru söylem birçok yanlışın ve sapmanın gizlenmesine hizmet eder. Zira amaç yerine konulan araç hem amaçtan saptırır, hem aracı işlevsizleştirir.
OLUMSUZLUKLARIMIZI YADSIYALIM, OLUMLULUKLARIMIZI BÜYÜTELİM
Bugün ne durumdayız? Bugün hangi yolu izliyoruz? Bunu öncelikle belirlemek, mahkum etmek ve proletaryaya, emekçi halklara hesabını vermek durumundayız. Zira, onlar adına yanlış şeyler yapmak, onların temsilcisi olmakla çelişir. İşte biz bunun hesabını en iyi biçimde nasıl veririz? Şimdi onun üzerinde durmak durumundayız. Bir Proletarya Partisi’nin, bir komünistin ciddiyeti, onun kendi yetersizliklerine ve olumsuzluklarına yaklaşımıyla ortaya çıkar. Eğer gereken ciddiyet ve samimiyetten uzak ise bilimden de proleter ideolojiden de uzak demektir. Bu uzaklık, sorunların sadece sonuçlarıyla uğraşır. Dolayısıyla nedenlere inmez. Nedenlere inilmediği zaman da bir şeyin doğruluğu ya da yanlışlığı net olarak ortaya çıkmaz. Nedenler konusunda yeterince bir bilince kavuşamayanlar onu zorunluluğa da dönüştüremez.
Herşey bir zorunluluğun bilinciyle ortaya çıkar veya aynı zorunluluğun bilinciyle ortadan kaldırılır ya da istenilen biçime bürünmesi sağlanır.
Bir şey okuyoruz, bir alıntı aktarıyoruz, eğer buna “NEDEN”, “NİÇİN”, “NASIL” VE “HANGİ ZORUNLULUK” soruları sorulmazsa, kesin ve net yanıtlar verilip, bu yanıtlar doğrultusunda yaşam disipline edilmezse, okunan, söylenen, aktarılanın hiçbir anlamı kalmaz. Oportünistler ve revizyonistler sorunlar karşısında, genel, dejenere edilmiş kavramlarla varolmaya çalışırlar. Sınıf savaşımının sorunlarını, Proletarya Partisi’nin özgül sorunlarının çözümünde bilimsel bir yöntem kullanmayanlar, sorunların çözümünü yüklenemeyenler ve “ZORUNLULUĞUN BİLİNCİ”nde olmayanlar ise giderek oportünistleşirler, giderek revizyonistleşirler. Proletarya Partisi’nin tarihinde bunları görmek mümkündür. Aynı yaklaşımlarla bugün ve gelecekte de karşılaşılır. Bunlar bir anlamda kaçınılmazdır. Zira sınıf savaşımı var oldukça devam edebilecek şeylerdir. Ancak şunu kavramak gerekir: “Nasıl olsa bunlar yaşanıyor, o halde fazlaca bir şey yapamayız” biçimindeki bir anlayışla da meşrulaştırma yoluna gidemeyiz. Buna izin veremeyiz, olgunun nesnel oluşması ayrı bir şeydir, bizim onunla mücadele etmeden, onunla yaşamamız ayrı şeydir. İkincisi, burjuva ideolojisine yaşam hakkı tanımak “barış içinde bir arada yaşama”dır. Bu ise giderek sınıfa ihanet biçimine bürünür.
Zorunluluğun bilincine varmak, iradenin ve bilimin bilincine varmak demektir. Partinin ve ordunun bilincine varmak, kitlelerin kahredici, yıkıcı ve yeniden yaratıcı gücüne inanmak demektir.
“Yığınlara güvenmeliyiz. Partiye güvenmeliyiz…” (Mao) Bu bir zorunluluk mudur? Soyut yanıtlara yönelmeden, üzerine düşünerek cevap verelim bu soruya… Evet, “Parti” ve “yığınlar”… Devrim için olmazsa olmaz bu iki temelin gerekliliği bilince çıkarılmazsa ve bu iki temel, savaşım için zorunlu görülmezse bunlara ilişkin yapılması gerekenler yapılabilir mi? Mao’nun deyimiyle; “Bu iki ana prensipten şüpheye düştüğümüz takdirde hiçbir şey yapamayız.” O halde proletaryanın ve emekçi halkın kurtuluşunda Proletarya Partisi’nin ve kitlelerin zorunlu iki bileşen olduğu tartışma götürmez bir şeydir. Şimdi bunlara inanıp inanmamak, bunları sınıf savaşımında layık olduğu biçimde ele alıp almamak her bireyin ve her örgütsel mekanizmanın kavrayış düzeyiyle, zorunluluk bilincine varıp varmaması ile ilgilidir.
“Halk yığınları sonsuz bir yaratıcı kudrete sahiptir. Onlar örgütlenerek enerjilerini harcayabildikleri, bütün alanlara ve bütün dallara doğru çabalarını yöneltebilirler…” (Mao) Başkan Mao’nun bu belirlemesini okuyup geçmek mi, yoksa onun ruhunu yakalamak mı? Doğru olan hangisidir? Peki zorunlu olan? Elbette ki halk yığınlarının yaratıcı kudretini kavrayıp bu kudreti devrimde yıkıcı ve yeniden yaratıcı olarak kullanıp kulanmama sorunuyla karşı karşıyayız. İki davranışın bir yanı zorunluluktur. Proletarya Partisi mevcut sistemi ortadan kaldırma savaşına başlayınca onun temel kaynağı proletarya ve emekçi kitlelerdir. Proletaryanın ideolojik yönlendiriciliğinde, Parti, kitleleri savaştırarak devrim yapabilir. Her türlü zorluğun üstesinden gelebilmenin, her türlü engeli aşabilmenin, olanaksızlıkları ortadan kaldırabilmenin yolu kitlelerle sistemli bir biçimde kurulan ve sürdürülen kopmaz bağlardır.
Bugüne kadarki faaliyetlerimizi incelediğimizde, karşımıza çıkan nedir? İki biçim çıkıyor karşımıza: Birincisi, kitlelerin devrimdeki rolünü belli ölçülerde kavrayan ve buna uygun hareket eden, onlarca çalışma bölgesinde yüzlerce ilişki kuran, geliştiren, Proletarya Partisi’ne kazanan ve bu kitlelerin olanaklarını da Partiye, devrime sunmasını sağlayan, aynı zamanda kitleleri kendi ekonomik-demokratik taleplerinden yararlanarak eğiten, harekete geçiren, örgütleyen ve politikleştiren bir bakış açısı… En geri kitleler içinde dahi çalışma bilinciyle hareket eden; bu anlamda, ezilen, sömürülen, düzenin her türlü saldırısına maruz kalan tüm kesimlere politik bilinç taşıma bilinciyle hareket edip, yoğun ajitasyon-propaganda ve örgütleme faaliyetini sürdürürken, bizzat örgütleyen veya önderlik ettiği hücreler aracılığıyla bunu yapan bir bakış açısı.
İkinci biçim ise bunların tümünden uzaktır. “Devrimin gerçek sahibi kimdir?” diye sorarsanız, onların, bu biçimin yanıtı “Parti”dir olacaktır. Hatta biraz daha üzerine gitseniz “bireylerdir”, “kahramanlardır” denir. Pratiği ve söylemi budur. Sınıf savaşımı adına yapılan nedir diye sorduğumuzda yanıtı: “Gittim gelmedi, geldi problemi vardı; söyledim, yapmadı, parası yoktu, evi yoktu, şu işi yapacaktık para yoktu, araba yoktu, adam yoktu” vb. vb. olacaktır. Ve daha onlarca gerekçe… Peşinden de en iyi kendisinin koşturduğunu, en fazla kendisinin yorulduğunu, buna rağmen Partinin kendisine olanak sunmadığını vb. vb. anlatacaktır. “Mücadele nedir?” diye sorsanız; yoldaşlarla günde bilmem kaç randevum var, diye yanıtlayacaktır. Peki, kitleler, politika, kitlelerin talepleri, onların ekonomik-demokratik örgütleri, sendikalar, dernekler, fabrikalar, semtler, okullar, köyler, ilçeler vb. devrime nasıl katılacak, onlar nasıl örgütlenecek diye sorduğunuzda verilen yanıt kem-küm olacaktır. Peşinden “orada çalışmadımki” veya “bu benim görevim mi” sorusuyla karşılaşılır. “Kimin görevi?” Yine kaçamak yanıtlar ve ilkel savunma mekanizması devreye girer…
Yaşanan çıkmaz, bu biçimi kitlelere, partiye ve yoldaşlara saldırmaya iter. Saldırganlaşır. Acz içinde, partide yıkıcı, kitlelere karşı küçümseyici olur ve kendini dünyanın merkezine koyarak “en iyi Partili” görünümüne bürünür. Proletarya Partisi’nin ilkeleriyle kitleleri kazanmayı önüne temel görev olarak koymayan bu biçim giderek asalaklaşır, giderek yozlaşır, çürür. Bürokrat, Proletarya Partisi’ni geçim kapısı olarak gören ve ideolojik olarak yıkıma uğramış bir hale gelir. Bu biçimin Partiye, devrime ve kitlelere bir şey vermesi beklenemez. Aksine o sürekli kendisiyle birlikte çevresindeki ilişkileri de yozlaştırır, onları kendi küçük burjuva yaşantısıyla bütünleştirir. Öbür taraftan da tüm Parti olanaklarını, değerlerini kendi küçük burjuva yaşamı ve özlemleri için ya kullanır ya da kullanmayı düşünür. Hiçbir Parti değerini namusluca sahiplenmez. Onun için kitlelerin kazanılması ya da kaybedilmesi hiç önemli değildir. Onun için yalnızca bazı bireyler önemlidir. Bu bireylerin ilişkileri ise ahbap-çavuş ilişkisidir. Biraraya geldiklerinde konuşulan şeyler bellidir. Dedikodu, gayri-politik şeyler, yaptıkları şamata, arada birbirlerine dert yanma (bu esnada onların kitabında ilkeler yazmaz, illegalite işlemez zira onlar çok “yakın dost”turlar) ve tamamen bürokratik bir biçimde “örgütsel” anlamda ne yaptıkları, kiminle görüştükleri, oralarda “ne var ne yok”lu konuşmalarla örgütsel politik ve ideolojik görevlerini büyük bir başarı (!) ile ifa etmiş olurlar. Bu biçimin kitabında, “politik kişiliği”nde, toplumdaki çelişkiler, çelişkilerin gidiş yönü, toplumun çeşitli kesimlerinde yaşananlar, yaşanacaklar, kitlelerin talepleri, devletin saldırıları bunun kitleler üzerindeki etkileri, zamlar, zulümler, katliamlar, işsizleştirme, insansızlaştırma, yargısız infazlar, Proletarya Partisi’nin politik- ideolojik- örgütsel sorunları ve tüm bunların çözümü için neler yapılabileceği vb. vb. can sıkıcı (!) şeyler yazmaz.
Peki bu neden böyledir? Bunun nedeni, bu biçimin devrimi ve Parti yaşamını küçük burjuva özlemlere ve yaşama tabi kılmasından ve sınıf savaşımının ne olduğunu bilince çıkarmayıp, bunun yeni bir yaşam biçimi olduğu yani bir sınıfın, bir ideolojinin diğer bir sınıfı ve ideolojiyi tamamen ortadan kaldırma savaşı olduğu gerçeğini kavramamasından ötürüdür. Devrimi, Partiyi ve kitleleri bir zorunluluk, bir gereklilik olarak görmemesinden ötürüdür. Bu biçim devrim için savaşmayı, savaş yaşamını hakim hale getirmeyi, buna uygun yaşamayı değil, savaşın, partinin olanaklarını “devrimcilikle” kamufle ederek yaşamını sürdürmenin bir aracı haline getirmeyi tercih ettiğinden ötürüdür.
Bu anlayış, ülke ve dünya komünist hareketinde özellikle ağır yenilgi dönemlerinde, sağ ve sol tasfiyecilik dönemlerinde, Partinin merkezi önderliği ve otoritesinin sarsıldığı ve gerçek işlevini yerine getiremediği dönemlerde diğer bütün hastalık ve sapkınlıklarla beraber oluşur, belli yönleriyle yaşama şansı bulur. Diğer hastalıkları ve sapmaları da muazzam derecede besler. Bu ise tasfiyeciliğin, ideolojik boyutu olarak, diğer tüm tasfiyeci anlayışlardan ideolojik gıdasını alır. Bizim Parti tarihimizde bunun örnekleri epeyce vardır. Tarihimizi, özellikle yakın tarihimizi olabildiğince bilimsel bir sorgulayıcılıkla ele alalım. Hatta hala birçok çalışma alanında bu tür anlayışların belli oranda var olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Çok kere Proletarya Partisi ve önderliklerimiz yaşadıkları sürecin de etkileriyle, sürecin olumsuz özelliklerini aşamayarak diğer birçok konuda olduğu gibi bu konuda da görevlerini yeterince yerine getiremedi. Eksik kaldı. İdeolojik savaşımda inisiyatifi elinden kaptırınca birçok burjuva akım, küçük burjuva ideoloji parti çalışmalarımızı, ilkelerimizi dumura uğrattı. Şimdi bütün bu hastalıkları yadsıyarak başlamalıyız her şeye.
Öncelikle, zorunluluğun bilincine varmalıyız. Nedir bu? Burjuvazi, sınıfın önderlerini, önder örgütü olan KP’yi yok etmek istiyor. Bunu neyle yapmaya çalışıyor? Düşünelim! Katliam, işkence, zindan vb. vb. bunlarla mı? Bir yanıyla bu… Ancak esas olarak ne yapıyor? Denizi kurutmak. Ve balığı susuz bırakmak! İşte burjuvazi açısından en akıllıca yöntem budur. Ve buna muazzam derecede önem veriyor. Devrimci ve komünistlerin kitleler üzerindeki etkisinden, kitlelerle bütünleşmesinden büyük korku duyuyor. Neden? Çünkü kendisini yıkabilecek ve kendisinin hiçbir zaman söküp atamayacağı esas tehlikeli gücün bu olduğunu biliyor.
Peki biz komünistler bunun yeterince bilincinde miyiz? Buna evet demek doğru bir yaklaşım olmaz. Zira, proletaryanın ve emekçi halkın can düşmanı faşist devlet aygıtının kitleleri etkisizleştirmek, onları “kazanmak” için binbir sahtekarlığa başvurduğu ve önemli ölçüde etkisizleştirdiğini düşündüğümüzde, komünistlerin fazla bir şey yapmadığını kabul etmek zorunluluktur. Bu hata ve eksikliğimizi neden kabul etmeliyiz? Başkan Mao’dan bir aktarımla yanıtlayalım: “Biz, eski kötülükleri, eski pislikleri, ancak mücadeleyle, sıkı bir çalışmayla ve uzun bir süreç içinde ortadan kaldırabilir, devrimin gerilemesini ve hatta karşılaşacağı yenilgileri önleyebiliriz.”
Bizim sorunumuz nedir? “Eski pislikler.” Toplumun pisliklerinin bir yansıması… Bunlarla kapsamlı bir hesaplaşma ve kopuşun zorunluluğunu görüyor muyuz? Önemli olan yan burasıdır. Diğer bütün konularda olduğu gibi kitlelerin devrimdeki rolü ve kitle çizgimiz konusunda alabildiğine radikal bir sorgulayıcılıkla ve yeniden yaratıcılıkla sorunlara yaklaşıyor muyuz? Bunu yapabilirsek sorunun önemli bir yanını çözmüş oluruz. Ancak sorunlarımız ve sınıf savaşımının sorunları bununla sınırlı değildir. Mevcut politik iktidarı yıkmak ve yeni bir iktidar kurma ve bu iktidarla sosyalizme, komünizme varma gibi zor ama onurlu bir temel görevimiz olduğunun bilincinde olmak durumundayız.
(devam edecek)