ABD başkanı Trump’ın ilk yurtdışı gezisinin birinci durağı olarak kimi Ortadoğu ülkeleriyle yaptığı görüşmelerin üstünden çok zaman geçmeden bölgede tırmanışa geçen gerilim önümüzdeki dönem ABD’nin Ortadoğu politikası açısından önemli pratik veriler sunmaktadır.
Emperyalist bloklar arası hegemonya mücadelesinin bir ayağı olan İran’ı kuşatma ve bölgesel etkinliğini kırmaya dönük bir adım olarak okunması gereken; Katar’ın radikal İslamcı terör örgütlerine destek verdiği gerekçesiyle, başını S.Arabistan’ın çektiği Mısır, BAE, Bahreyn, Yemen ve Libya gibi devletlerce tecrit edilmesi ABD’nin “yeni “ Ortadoğu politikası doğrultusundaTrump’ın bölge gezisi sırasında işbirlikçi-uşak devletlerine verdiği talimatlarından bağımsız ele alınamaz. ABD’nin S.Arabistan’la yaptığı 110 milyar dolarlık silah satışı anlaşması, İran’ı kuşatma ve etkisizleştirme planının askeri hazırlığının bir yanı iken, Katar’ın tecrit edilip “ayar çekilmesi” de bu planın sünni blokta olası çatlakları önleme yönlü tahkim adımıdır. Zira Katar’ın uzun bir dönemdir ABD ve Körfez İşbirliği Konseyi (KİK)’nin aksine İran’la bir denge siyaseti gütmesi ve doğalgaz gibi kimi konularda işbirliği içine girme hamlelerinin ABD ve S.Arabistan’da ciddi rahatsızlık yarattığı biliniyordu. Var olan krizin noktalanması için Katar’ın önüne sunulan şartlardan “İran’ın bölgedeki etkisini güçlendirme çabalarına” karşı çıkması ve bu ülkeyi destekleyen tutumu terk etmesi, Körfez İşbirliği Konseyi tarafından varılan anlaşmaların yerine getirilmesini içeren iki maddesine baktığımızda bile bu durum doğrulanmaktadır . Ve meselenin özü kendini açıkça ortaya koymaktadır. Yoksa Katar’ın IŞİD, El-Kaide gibi cihatçı çetelere verdiği desteği kesmesinin istendiği şartlarının ciddiye alınır hiçbir yanı yoktur. Çünkü bu örgütlerin ortaya çıkıp gelişmesinde, her türlü lojistik, barınma eğitim vb. gibi ihtiyaçlarının karşılanıp finanse edilmesinde Katar ile birlikte S.Arabistan’ın başı çektiği uzun zamandır bilinen bir gerçektir. Üstelik S.Arabistan bu konuda Katar’dan çok daha eski “geleneksel” bir tutum içinde ABD ile kol koladır. Bu yanıyla S.Arabistan, ABD ve RSE arasında gelişen “soğuk savaş” döneminin bir parçası olarak ABD’nin geliştirdiği “Yeşil Kuşak” projesinde bu yana varolan misyonunu korumaktadır. Bugün de yine ABD emperyalizminin Suriye politikaları doğrultusunda IŞİD başta olmak üzere El-Kaide gibi birçok tekfirci-selefi örgütü destekleme noktasında S.Arabistan, Katar ve Türkiye ile birlikte bilinen tavrını sürdürmektedir.
Katar’ın tecrit edilmesi noktasında elbette ABD’nin bölge hesaplarının yanında bölgesel güçlerin birbirleriyle olan rekabetlerini de gözardı etmemek gerek. Hem Şii ve Sünni bloklar arasında hem de aynı bloklar içinde yer alan ülkeler arasındaki rekabet de buna dahildir. Tıpkı S.Arabistan-İran, İran-Katar, Türkiye-İran ya da S.Arabistan-Katar vb. örneklerinde olduğu gibi. Tam da bu rekabet durumu S.Arabistan’ı Katar’ı tecrit etme noktasında bu kadar heveskar kılmaktadır.
***
2014 yılında da Bahreyn, S.Arabistan ve BAE Katar’ı içişlerine karışmakla suçlayarak Katar’la olan diplomatik ilişkilerini kesmiş ancak kriz derinleşmeden aşılmıştı. Bugünse her ne kadar diplomatik çözüm yönlü istemler dillendirilse de Katar’ın da alınan tecrit kararına gösterdiği sert tepki, Köfrez’de ki hareketlendirilen fay hatlarından birinin daha sonuçlarının şimdiden tam olarak kestirilemeyecek güçlü bir depreme neden olma potansiyeli taşıyor zira bölge ülkeleri ve emperyalistler arasında şimdiden cepheleşmeye dönük atımlar atılmaya başlandı bile. Türkiye’de Katar’a üç bin kişilik asker gönderme ve askeri üs açma kararını öne çekip meclisten geçirerek bu cepheleşmede ki yerini aldı. Hatta krizin patlak verdiği5 Haziran’dan bu güne kriz derinleşmeden çözüm üretilmesi için ciddi bir çaba harcıyor. TC’nin bu tavrının nedenlerine gelmeden önce Katar hakkında az da olsa bilgi sahibi olmak durumun anlaşılırlığını kolaylaştıracaktır.
Katar yaklaşık 300 bini yerli 2 milyon 675 bin nüfusa sahip küçük bir yarımada ülkesi olsa da; petrol ve türevleri yönünden zenginliği, İMF’nin 2016 verilerine göre 60 bin 787 dolarlık kişi başına düşen milli gelirle Arap ülkeleri arasında öne çıkan güçlü sermayeye sahip bir ülkedir.” Küresel ölçekte 300 milyar dolardan fazla yatırımı olan ABD’li, Fransız, İngiliz, Türk pek çok şirket ile ortaklıkları bulunan küresel varlık fonları içerisinde (Qatar Invensment Authority) 335 milyar dolar ile ilk on ülke arasında yer alan Katar, aynı zamanda Japonya, K.Kore , Hindistan ve Tayvan gibi ülkeler nezninde Doğu Asya’nın gaz tedarikçilerindendir. “ (Birgün ,7 Haziran 2017) Bütün bunların yanında ABD’nin Ortadoğu’da ki en büyük askeri üssü (11 bin asker ve 120 savaş uçağı ile) Katar’da bulunmaktadır.
***
2010 yılından sonra Türkiye’ye yatırımları hızla artan Katar’ın TC için önemi tamda bu ekonomik gücünde ileri gelmektedir. Zira Türkiye Katar’ın 18 milyar dolarlık yatırımıyla en fazla sermaye akıttığı yedinci ülkedir. 2016’da iki ülke arasında dış ticaret hacmi 710 milyon dolar, Türkiye’nin inşaat sektöründe hızla artan yatırım ve ortaklıkları, Türkiye’ye giren milyarlarca dolarlık kayıt dışı (karapara) paranın merkez ülkesi olmasıyla da AKP iktidarının en büyük destekçisi olan ülkedir. Uzun zamandır izlediği politikalar nedeniyle hemen hemen bütün bölge ülkeleriyle iyice gerilen ilişkiler sonrası Katar musluğunun da kesilmesi, TC’nin giderek derinleşen ekonomik ve siyasal krizinin önünün alınamaz bir noktaya sürüklenmesini getirebilecek bir potansiyel taşımaktadır. Dolayısıyla krize büyümeden çözüm üretebilmesi TC için kritik bir öneme sahiptir.
Bir bütün Katar krizine baktığımızda, hem basit hem de karmaşık bir denklemle yüz yüze olduğumuz görülüyor. Çünkü bölge denklemi içinde esas olarak çıkar birliği temelinde bir arada durup hareket eden ülkeler bu krizde karşı karşıya gelirken, İran ve Türkiye gibi karşıt bloktaki ülkeler yan yana görüntü vermektedir. Bu denklemin bölge açısından getiri ve götürülerinin neler olacağını kestirmek için henüz erken. Ancak bölge halkı ve devrimci komünist aktörler bölge halkının, emperyalizmin kuklası olan iktidarlardan kurtulmadan, akacak ilk kanın varolan kaosu yaratanların değil yine kendi kanları olacağını bilerek hareket etmek zorundadır.