16 Nisan referandumu süreci ve sonuçları bir kez daha ortaya koymuştur ki “uzlaşı, diyalog, hukuk, adalet, barış ” gibi kavramlar mevcut devlet yapısı içinde argüman olarak bile kendini tüketmiştir. Bugün artık ezilen halk kitleleri adına mevziler kazanıp ilerlemek, sistemin faşist saldırılarında kırılma noktalarını yaratıp gedikler açmadan mümkün değildir.
Barbarların gelmeyeceği gelse de onların bir çeşit kurtarıcı olmadıklarını, tek kurtuluşun ezilip sömürülen halk kitlelerinin örgütlü mücadelesinde3n geçtiği bilgisinin bin bir türlüsüne sınıflar mücadelesi tarihiyle birlikte fazlasıyla sahip olduk. Ancak geçen süreçte burjuvazi ideolojik ve politik saldırılarıyla bu bilgiyi aşındırıp türlü biçimlere sokarak proletaryanın saflarına sızdırıp devrim mücadelesine türlü zararlar vermesinin de önünde geçemedik. Buna rağmen düşmanın imhaya dönük bir politikayı hayata geçirdiği, reformizm ve tasfiyeciliğin türlü şekillerinin tavan yaptığı yani faşizmin maskesiz gezdiği böylesi bir süreçte sömürücü sınıfların yine de hayatın devrimci akışını durduramadıklarını görüyoruz.
Ancak bu devrimci akış yeni bir olgu değildir. Egemen sınıflar halk kitlelerini uzun zamandır eskisi gibi yönetemedikleri gibi halk kitleleri de bu şekilde yönetilmek istemiyor. Fakat “sevinçli şarkılar” söylemek için bu iki faktör yeterli değildir. Yönetilemeyen ve bu şekilde yönetilmek istemeyen halk kitlelerinin insana yakışır bir yaşama ulaşabilmeleri için devrimin yatağına kanalize edilmesi ve bu yatağın devrime akmasının sağlanması zorunludur. Bu noktada ideolojik netlik, zihinsel berraklık ve hedeflere kilitlenme sürece önderlik edebilmek için olmazsa olmazımızdır.
Süreç birkez daha Proleterya Partisi’nin doğru strateji ve taktiklerinin önemini ortaya koyarken; devrimci komünist saflarda faşizmin ideolojik politik saldırılarının etkilerinin boyutları noktasında da önemli veriler sunuyor. En başta hiç bir şekilde bulanıklaştırılmaması gereken şu gerçek akıldan çıkarılmamalıdır. Ezilip sömürülen halk kitleleriyle işçi emekçilerin teri kanı pahasına iktidarlarını sürdürenler arasındaki çelişki hiçbir koşulda uzlaşılır bir yerde durmaz. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak sömürücü sınıflara karşı en küçük bir iyimserlik taşımak yalnızca işçi ve emekçilerin saflarını bozar. Komünist Parti olmadan proleterya kendisi için bir sınıf olamaz ve sınıf mücadelesinde başarıya ulaşamaz.
Kitleleri devrimci eylemlere çağırmadan ya da onların devrimci yönelimlerinin önünü kesip evlere hapsederek ancak faşizmin değirmenine su taşınır. Halk kitlelerinin kaderi faşizmin insafına bırakılır. Hiçbir devrim iddiası olmayan reformist ya da liberal çevrelerin referandum süreci ve sonuçları üzerinden, ya da bir bütünbulunduğumuz süreçte aldıkları pozisyon, bakış açıları durdukları yer itibarıyla anlaşılırdır. Ancak devrim iddiasıyla hareket eden partilerin tıpkı bu kesimler gibi eylem değil söylemle yetinmelerinin hiçbir anlaşılırlığı yoktur. Daha ötesi hayatın akışında hiçbir hükmü de yoktur.
Tutsak bir Partizan