Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenazesinin polis nezaretinde mezardan faşist bir merasim ve hezeyanla çıkarılması sonrası, faşist diktatörlüğün bir politikası olan ölülere ve mezarlara yönelik yaklaşımı daha bir görünür hale gelmiştir. Bu saldırı Hatun Tuğluk ya da Aysel Tuğluk’a yönelik değil bir ulusun diline, kültürüne ve mücadelesine yöneliktir.
Egemen sınıfların en gaddar, en zalim, en barbar, en gerici ve bağnaz siyasal rejimlerinin, ezilen geniş yığınlarıyla girdikleri mücadelede onlara karşı kullandığı en önemli psikolojik savaş argümanlarından birisi de “ÖLÜ”leridir. Ölüm insanoğlu için en korkulan olgudur. Aynı zamanda en büyük kayıp. Sadece kendi ölümüyle ilgili bir korku ve kayıptan bahsetmiyoruz. En yakınlarının, en sevdiklerinin, en masumların ölümleri de insanoğlu için en ciddi ve büyük manevi ve maddi kayıptır. Bu kayıp derin ve tamiri zor acılar, keder ve üzüntü kaynağıdır insan için. Buna karşı toplumların kültürel, sosyal, tarihsel şekillenişi ve ölüm karşısında ki yaklaşımları değişse de ortak duygu değişmemektedir. Ölülerin uğurlanış merasimi, onlara yönelik ele alışta çok çeşitli biçimler, değer ölçütleri vardır. Bu farklılıklar ölüm karşısında yaşanan ortak duyguyu değiştirmemektedir.
Ölümün getirdiği kayıp ve telafisi zor durum insanın onunla maneviyatı güçlü bir ilişki kurmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda yaşanan kaybı var edecek sembolleştirmeler her toplum yapısında söz konusudur. Ölümün yüceltilmesine dair de sistematiğe bürünmüş bir yaklaşımı da vardır insanlığın. Özellikle ölüm karşısında insanın zayıflığı ve zaafını aşmak için, ölümü anlamlı kılacak bir yüceltmeden bahsediyoruz. Toplumun şekillenmiş, ortak çıkarları etrafında bir araya gelmesi ve bir mücadeleye tutuşması, bunun ölümü göğüslemeyi gerektiren zorunluluğu bu yüceltmenin kaynağıdır. Bu yüceltme sınıfsal mücadelenin tarihsel karakterine, insanın sosyal yapısına ve her sınıfın belirlediği çıkarlarına uyumludur. Bu yüceltme ezen ve ezilen, haklı ve haksız ayırt etmeksizin genel bir yasa ve gerçekliktir.
Ezilenlerin Tarihsel Hafızasına Saldırı Olarak Mezarlar Ve Şehitler!
Ancak egemen sınıflara karşı ezilen sınıfların mücadelesinde verilen ölü ve onların mezarları üzerinden korkunç bir gaddarlık, zulüm ve psikolojik savaş yöntemi ortaya çıkmaktadır. Egemen sınıfların, kendi kaybı karşısında en şaşalı ve hamasetle dolu yüceltmesi ve ölüme gösterdiği saygının büyüklüğü, ezilene karşı aynı büyüklükte bir aşağılamaya ve karşı silaha dönüştürülmektedir. Ezilenleri topluca katledip topluca mezarlara koyma ve doğanın bağrında belirsizliğe mahkûm etme bu yöntemlerden en bilinenidir. Ezilenler tarih de toplu kıyımlara çokça uğramıştır. Bu büyük haksızlığa bir de onların mezarlarının belirsizliğe mahkûm edilecek şekilde tarihten silmeye çalışan ama tarihe kaydedilen yeni suçlar eklenmektedir. Yine ezilenlerin mücadelesinde sembolleşen her tarihsel şahsiyetin kendisiyle birlikte ölüsü ve mezarı da belirsiz hale getirilmeye ve yok edilmeye çalışılmıştır.
Egemen sınıfların ölü ve mezarlara yönelik bu “hassasiyeti” kuşkusuz ölenlerden korkusundan ileri gelmemektedir. Yaşayanlara vermek istediği mesajlardan ve onları sindirmeye yönelik hesaplarından gelmektedir. Birincisi, onun hafızasını yok etme amacıdır. İkincisi, onun direncini kırmak, değerlerini parçalamak ve geçicilik ve güçsüzlük duygusunu yerleştirmektir.
Bu yöntemi egemen sınıfların tarihsel olarak oluşmuş en gerici temsilcileri daha hoyrat ve acımasız şekilde gerçekleştirir. Bunlar zora, baskıya dayalı yöntemlerini asıl ve vazgeçilmez bir yöntem olarak benimseyen, bunda istikrarı ve kararlılığı kendi varlık koşulu olarak görenlerde daha pervasız biçime bürünür. Yakın tarihte bunun en bilineni Hitler’dir. Yine 1. Emperyalist paylaşım savaşında ittihat terakki zihniyetinin mazlum Ermeni halkına bir bütün yaptığı da benzer bir örnek olarak tarihin hafızasındadır.
Çağımızda ise Türk hâkim sınıfları ve onun devleti bu yöntemde sistematik yaklaşımı ve istikrarlı duruşu ile varlığını sürdürürken tarih sayfalarına geçmeyi başarmıştır. Türkiye ve T.Kürdistanı toplumsal yapısı ölü ve mezarlarına özel bir önem verir. Ciddi bir değerler silsilesidir. Bu bir bütün toplumsal yapının her kesimin de vardır. Faşist diktatörlük ezilenlerle yürüttüğü mücadele de, kendi sosyal, kültürel, siyasal değerleriyle ters düşen her kesime, her katmana, her sınıfa, her ulusa-milliyete, mezhep ve dine düşmanlık besler ve onun tüm değerlerini parçalamaya, değersizleştirmeye ve yok etmeye çalışır. Ölülerini ve mezarlarını da bu kategoriye almaktan hiç çekinmez, tereddüt etmez.
Faşizmin Ölülerle ve Mezarlarla Tükenmeyen Kavgası ve Korkusu!
Örneğin Faşist diktatörlük için bir Can Yücelin de, Aziz Nesin’inde düşünceleri ve yaşam tarzı tehlike arz eder ve zararlıdır. Bunlara yaşarken de, öldükten sonra da her türlü aşağılama yapmak hak ve meşrudur! Bu aydınların mezarları düzenli ve sistematik olarak bu faşist düşünüş biçiminin saldırılarına uğramalıdır. Onlar düzenli bir şekilde ve kesintisiz aşağılanmalıdır. Kuşkusuz bu saldırıları devletin doğrudan yapıp yapmadığından bakmak yerine, onun ürettiği tekçi faşist düşünce yapısının bir ürünü olup olmamasından bakılmalıdır.
Devletin ezilen ulus ve milliyetlere, devrimci ve komünistlere yönelik yaklaşımı ise daha doğrudan ve daha aşağılayıcı biçimlere bürünmektedir. Örneğin Ermeni ve Rum mezarlıkları sistematik olarak tahrip edilir, hedef haline getirtilir. Onu sembolleştiren tarihi kalıntı olan buluntular bile barbar yaklaşımların ve düşmanlığın hedefi olmaktan kurtulamaz.
Son dönemler de ise Kürt Ulusal Mücadelesinin, devrimci ve komünistlerin şehitlerine yönelik sistemli bir saldırı söz konusudur. Gerilla cenazelerinin çıplak şekilde teşhir edilmesi, panzerlere bağlanıp “ibreti alem” olsun diye sürüklenmesi rutin hale gelmiş aşağılık bir devlet uygulamasıdır. Bu son 30 yılın her döneminde, yaşanan savaşta uygulanmış bir yöntemdir.
AKP hükümeti döneminde ise şehirlerde gelişen mücadeleye paralel olarak bu uygulamalar daha fervasız bir hal almıştır. Özellikle öz yönetim direnişleri sürecinde Sur’da ve bilhassa Cizre’de koca şehirler yerle bir edilirken 13 yaşındaki Cemile’nin cenazesinin günlerce dondurucuda bekletilmesi, Taybet İnan’ın günlerce cenazesinin sokak ortasında çürümeye bırakılması hatta kaynı Yusuf İnanın cenazeyi almaya çalışırken katledilmesi eşi Halit İnan’ın yaralanması gibi vahşetler yaşanmıştır. Katledilen devrimcilerin, gerillaların aileleri adli tıp önünde cenazeleri teşhis etmek için maruz kaldığı işkence ve cenazelerin aylarca verilmemesi gibi uygulamalar ise yine faşizmin rutinlerinden biridir. Faşist diktatörlüğe karşı çocuğunun adli tıptaki cenazesini alabilmek için aylarca açlık grevi yapan Kemal Gün gerçekliği söz konusudur. İşkence ve zulüm sadece yaşarken değil, ölülerimiz üzerinden de yaşayanlara uygulanan bir sistematiğe sahiptir.
Kürt Özgürlük mücadelesinin şehitleri için yapılmış mezarlıkların ise savaş uçaklarıyla bombalandığı, iş makinalarıyla darma duman edildiği süreçler yeni yaşanmıştır. Birçok gerilla mezarlıkları faşist diktatörlük tarafından yok edilmiştir. Sembol haline gelen devrimci ve komünist şahsiyetlerin mezarları ise özel olarak sürekli saldırıya uğramaktadır. Deniz, Mahir ve İbrahim’in mezarları bu sistematik saldırıların her daim hedefidir. Son dönemde Armanek Bakırcıyan ve Mazlum Doğan’ın mezarları ve halkın emeği ile yapılmış anıtları devlet eliyle parçalanmıştır. Yüzlerce binlerce şehidi olan devrimci-yurtsever mücadelenin her şehidinin mezarı faşist diktatörlük ve bu zihniyetin örgütlü güçleri tarafında hedef halindedir. DHKP-C savaşçısı Şafak Yayla’nın Giresun’da defnedilmesine tepki ve linç yetmemiş, şehidin mezarına beton doldurarak hiçbir şekilde kullanılamayacak hale getirilmiştir.
Hatun Ana Cenazesinde Faşizmin Alçaklaşma Düzeyi!
Evet özellikle faşist diktatörlüğün kitle tabanının etkin olduğu her yerde gerçekleşen devrim şehitleri cenaze merasimlerinde linç ve saldırganlık eksik olmamaktadır. Son olarak Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenaze defin töreninde faşizmin ve faşist zihniyetin bu uygulamalarının son halkasına şahit olduk. Hatun Tuğluk’un vasiyeti üzerine yaşadığı Ankara’da defnedilmesi üzerine devletin ince ve mahir işçiliği ile şekillenmiş ve yönlendirilmiş bir grup faşist “şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganları ve bir Kürdün Ankara’da defnedilmeyeceğini belirterek mezarına saldırı gerçekleştirmiştir. Cenaze mezardan bu barbar, alçak faşist sürüleri tarafından polis nezaretinde çıkarılmış ve Aysel Tuğluk nezdinde tüm Kürtlerden bir kez daha intikam alınmıştır! Kuşkusuz bu istisna bir durum değildir. Şovenizm ve Kürt düşmanlığına odaklı yürüyen bir faşist kampanyanın sadece bir parçasıdır.
Bu gerici ve vicdansız saldırının arkasından Binali Yıldırım, Süleyman Soylu bu saldırıdan ne kadar üzüntü duyduklarını, “değerlerine” ters olduğunu ve saldırganlar hakkında gereğinin yapılacağını, ilan ettiler. Bu açıklamalar kuşkusuz olay karşısında oluşan toplumsal tepkiyi hafifletme ve bir politik çıkar hesabına dayanmaktadır. Ancak yaşanan bu uç olayın bizzat faillerinin kendileri, savaşa dayalı başlatılmış şoven-ırkçı-faşist Kürt düşmanı kampanyanın sadece bir ürünü olduğunun üstünü örtemez. Ölülere ve mezarlara yönelik saygısızlığın ve saldırganlığın bizzat devlet politikası olduğu ise gizlenemeyecek kadar açıktır. Hatun Tuğluk’un cenazesine yönelik bu saldırı da devlet yetkilileri ne tür açıklama yaparsa yapsın, olaya karışanlara ne ceza verirse versin bir devlet politikasının icrasıdır. Faşist diktatörlük ölülerimize saldırarak sadece buna yönelik değerlere saldırmıyor; aynı zamanda ve daha önemli olarak kimliğimize, inançlarımıza ve mücadelesini yürüttüğümüz davaya saldırıyor. Hatun ananın cenazesine saldırı Aysel Tuğluk’un Kürt özgürlük mücadelesi taşıyan kimliğine yönelik faşist bir saldırıdır. O’nun yaşadığı acıyı acımasızca büyütmede belki bir başarı elde edebilirler, ancak acıyla baş etme gücünün de pekişeceği unutulmamalıdır. Ancak bu saldırıyla Kürt özgürlük mücadelesinin haklılığına yönelik zayıflatmayı asla başaramayacaklar. Sadece öfke ve kini daha fazla büyütecekler. Görülecek hesabın daha korkunç ve şiddetli olmasına zemin sunmuş olacaklar.
Bu saldırılarla yaşayanlara, mücadele edenlere ve tüm halka korku yaymaya, onu hiçleştirmeye, silikleştirmeye ve geçicilik duygusu yaratmaya çalışılıyor. Ancak tarihte bu saldırılar nasıl ezilenlerin mücadele ve tarih bilincini silemedi ve onun azmi ve kararlılığını sindiremediyse şimdide aynı durum olacaktır. Ne Kürt ulusunun kimliğini, ne devrimci değerlerin yaşamasını, ne halkın mücadele azmi ve kararlılığını bu şekilde ortadan kaldırmak mümkün değildir.