Ancak kolektifle düşünen bir beyin halkla bütünleşen bir yürek ve devrime adanmış bir beden ölümü bir zafer şiarı haline getirebilir. Bu bilinçtir; onları her adımda daha da coşkulu kılan. Bu bilinçtir; silah kuşandıklarında, ölüm kaçınılmaz bir hal aldığında asla tereddüt etmeyen. Bu bilinçtir; ölümü küçülterek yenen ve ve ölümün adını “ölümsüzleşmek” koyan….
Şeyh Bedrettinlerden, Pir Sultanlardan devralınan direniş ve savaşma geleneğini İbrahim’den Mehmet’e uzanan 45 yıllık bir bilgelikle taşıyor Proletarya Partisi. 45 yıllık tarihinde ödediği onca bedele rağmen yüzünü çürüyenden yana değil daima filizlenenden yana dönüyor Proletarya Partisi, mücadele de miheng taşları olan yüzlerce şehitlerden devralınan namluların binler olup milyonlara akması için…
yaşayarak ya da ölerek
yaşamak üzere ölmeyi biz başardık
yoldaşlar
yaşamak üzere ölüme
eylem koymayı
ve yaşatmak üzere
yaşamlara kıyan kanlı iktidarlara saldırmayı
Özgürlüğe sevdalıydılar, ille de özgürlük deyip, baş koymuşlardı bu yola, bedel ödemeden hiçbir özgürlüğün kazanılamayacağının farkında olarak. Kimisi için geride kalan bir sevgili, kimisi için evlat, kimisi için de bir anaydı arkadan yolculayan. Yaşamın hüzünlerini kalplerinin kalplerinin kuyusuna atıp, öfkelerini kuşanmışlar ve gelecek düşlerini paylaşmışlardı yoldaşlarıyla köz başı sohbetlerinde. İçlerinde sızlayan özlemlerin sesi azalmıştı, halkın sofrasında bölüştükçe umudu ve büyüttükçe isyanı…
coşkun bir lav akışıdır
önüne geçilmek istenen
ve koca koca buz dağlarıdır,
güneşin önüne engel diye dikilen
zindandır, işkencedir, sürgündür,
ölüm ve ihanettir dayatılan
kurtulmayalım diye
boynumuzda ki halkadan…
21 Nisan 1999’da Erol ÖZEL ve Özgür GÜLER kavgada ısrarın sesine soluk olmuşlardı Tokat dağlarında… Erol Özel, mücadele denilen okyanusta sadece bir damla olmuştu. O yaşadıklarıyla ilerleme ve gerileme denilen olgunun düz bir seyir izlemediğini fakat parti kültürüne, değerlerine sarılan biri için gelişmenin hiç zor olmadığını göstermişti. Özgür Güler ise ’96’ da Proletarya Partisinin “sürekliliği sağlanmış gerilla savaşı yaratma” çağrısına ilk yanıt verenler arasında olmuş ve düşman pususuna düşmüş birçok birliğin komutanlığını yaparak düşmanı bozguna uğratan olmuştu. O gün bir eve kurulan hücre pususunda hain kurşunlar yağmıştı yoldaşların üzerine, ellerinde silahları, dillerinde parti ve özgürlük sloganları ve yüreklerinde halk sevgisiyle düşmüşlerdi toprağa. Ve Karadeniz rüzgarı onların türküsünü taşımaktadır hala dik yamaçlı dağlardan şehirlere…
ah yiğidim ah
bu mevsim kardelenler hüzünlü
Munzurun ağlamakta
ağıtları mavzer yakmakta
isyan dağlarda
sevda dağlarda
yürek dağlarda
zirvelerdedir yiğidimin izi
dağlara dönüktür
yiğitlerimizin yüzü
bu ne sevdadır daye, daye
Dersim isyanda…
Karadeniz’den yükselen ses Dersim’de daha yükseldi ölümü gülerek karşılayanlarla. Dersim dağları bir kez daha kucak açmıştı Karadeniz’den umut yüklenerek yola çıkan Partizanlara. Onlar yıllardır gerillaya kucak açan ve destek olan Dersim halkına umudun adını yeniden taşımak için arşınlamışlardı yolları. Karadeniz’de bırakırken ardlarında hüzünlü bakışları, o büyük günün ertesinde buluşmak üzere vedalaşmışlardı yoldaşlarıyla. “Parti önderliğimizin talimatını aldık.
Taşıdığımız tarihsel misyonun bilincindeyiz.Her pratiğimizde taşıdığımız misyona uygun hareket edeceğiz” diyerek Dersim’de boşalan mevziyi yeniden doldurmanın coşkusuyla arkalarında bıraktıkları hüzünlü bakışlar yerini umut ve coşku dolu bakışlara terk ederken ölüm bir kez daha aynı kalleşliğiyle karşılarına çıkmıştı Partizanların.
kırılacak dal değiliz kara yelde
savrulacak yaprak değil
köksüz gövdeyiz ölümsüz
izimizden gelenlerle…
Tarih 25 Nisan 2000’i gösterdiğinde hain pusular Mercan’da kurulmuştu bu kez Partizanlar için…Ancak ölüm ne ki,yüreği kavgayla harmanlananlar elleri tetikte karşılamışlardı ölümü.Bir kez daha yılgınlığa ve karamsarlığa karşı direniş türküleri yükselmişti Dersim’de Partizan namlularından. Yusuf Ayata (Seyithan),Hasan Akyol (Tuncay),Fehiman Bozgurt (Hatice),Umut İl (Doktor),Fikret Vural (Ali Ekber),Zeynel Erdoğanv(Kemal) ve Mustafa Toptaş (Zeynep) Mercan Vadisi’nde adımlarken direnişin topraklarını düştükleri hain pusuda katledilmişlerdi.
ölüm de neymiş bre kardaş
Anka’dan gelir soyumuz
biter mi bu hınç
bu kavga!
binmişiz bir kere dünya dalına
başımızı yaksalar da
canlanırız küllerimiz soğumadan
ölüm de neymiş bre kardaş
Anka’dan gelir soyumuz…
Şehitlerimizden öğreniyoruz,onların destanlaştıkları kavgada bizlere bıraktıları mirastan. Yenilgileri zafere dönüştürmeyi öğreniyoruz,her şey bitti dendiği bir anda dahi teslim olmayarak yok olmayı değil çoğalmayı,değerleri can bedeli savunmayı öğreniyoruz,kendine güveni müdaheleyi ve her koşulda ilkelere bağlılığı öğreniyoruz onlardan. Onlar 45.yılda kavgamıza ışık tutmaya devam ediyorlar,yeter ki onları okumayı öğrenelim…