H.Merkezi: 9 Kasım 2004 tarihinde Dersim/Çiçekli’ye bağlı Türüşmek mezrasında ölümsüzleşen Halk Savaşçıları Aşkın Günel ve Cafer Kara anısına kalem alınan yazı;
“Her nehrin beslendiği bir kaynak vardır. Nehrin akışını ve varlığını devam ettirmesi pek çok faktörün yanı sıra kaynağının ne kadar güçlü olduğuna bağlıdır. Beslenilen yer güçlüyse hiçbir kuraklık nehrin suyunu kurutmaz, akışını engellemez. Belki kimi dönem daha coşkulu, kimi zaman daha usul akar ama aslolan akışın sürekli olması değil midir?
Dağlardan beslenir bizim nehrimiz, can suyumuz dağlardan gelir. Ovalardan da geçer elbet, içine kendini katmak isteyen tüm dereleri, ırmakları, akarsuları katarak denize doğru ilerler. Ama “Dost, dost ille de kavga” diyen şaire “Benim meskenim dağlardır, dağlar” diyerek seslenir türküleriyle. Kimi krala, kimi padişaha, ağaya beye diz kırmadığı için mesken seçmiştir dağları, kimi sevdasına kavuşmak için…
Her kim olursa olsun, yurtsuzların yurdu, ezilenin bağrı, sesi bastırılanın sözü olmuştur dağlar çağlar boyu. Akarsu karışınca artık nehrin içine, “ben”den çıkmış, “biz”e dönmüştür. Denize ulaşma isteğinde ortaklaşılmıştır şimdi. Kavganın denizinde karışmıştır tüm akarsular, herkes bir parça ben olmuştur, ben herkesten bir parça. Onlar ki, dağlardan, koyaklardan, gözelerden, kaya başlarından akıp gitmişlerdir nehre. İkirciksiz. Hesapsız. Umutla. Nehrin içinde bir damla olunsa da, her damla kendi rengini vermiştir ona. Sen, gençliğinin coşkusunu, yaşından beklenmeyecek olgunlukla, dağları fetheden cesaretinle, zorlukları aşma kararlılığınla verdin rengini çocuk! Aşkın Günel adı küçük yaşlarda bile çok şey yapılabileceğinden bahsedilen sohbetlerde ilk sıralarda örnek olacak hep. Aşkın, büyük bir “aşk”ın içinde eriyen, onda kendini bulan, varlığıyla kavgayı anlamlandıran imrenilesi kişiliklerden biri olacak yer etti hafızalarda. Seni tanıyanlar da yaptıklarından bahsediyor, tanımayanlarda. Aynan işin olmuştu çünkü senin. Tokat Almus Dadukta köyünden olmak demek, özel timin baskısını, kendini bekleyen bedelleri iyi bilmek demekti. Ay bulutların arkasına girdiğinde kapıyı çalanlara açıktı çünkü sizin kapınız. Aynı aileden kavgaya can bedeli girenler, toprağa düşenler sende uzaklaşma etkisi değil, dağları kucaklama arzusunu oluşturmuştu çünkü. Senin kısa süren yaşamın ortaya koyduğun iddiaların büyüklüğüne paraleldi. Karadeniz’den Dersim’e uzanan yolculukta nehre yüzlerce akarsu katmış bir coğrafyaya giderken bunun öneminin farkındaydın, daha önce attığın adımlarının farkında olduğun gibi.
“Dağa çıkmak”, 16 yaşında bir çocuk için ne anlam ifade ediyordu? Çıkanları da, düşenleri de, dönenleri de görmüştün yakın çevrende. Kendine örnek seçtiğin can bedeli kavgaya akanlardı. İlk gittiğin günden düştüğün güne kadar yapacakların gayet netti senin kafanda.
“Erken büyüyor çocuklarımız…” şiirin dediği gibi. Oysa sen daha ortaokul ikide okulu bırakıp “aileme yardımcı olacağım” dediğinde farkındaydı herkes, senin çok çok daha önce büyümek zorunda bırakıldığının… Çocuklar çocuk kalma hakkını kullanabilsin, insanlar insan gibi yaşayabilsin diyeydi tüm kavgan. Temiz bir sayfa gibi yaşadın, insanlar yaşadıkça kapanmayacak bir sayfa bıraktın geride. Yazdıkların, inandıklarındı. Sözcüklerini kuşandı geride kalan yoldaşların, ayak izlerinin üzerinde seni adımlıyor ardılların.
Cafer yoldaş… Aşkınla birlikte teslim olmayıp yaralı halde ölümüne dek çatışırken, neydi seni Almanya’dan ülkenin dağlarına sürükleyen? Pek çoklarının “yurt dışına kapağı atmak” için elinden geleni ardına koymadığı bir ülkede, sen sahip olduğun tüm olanakları rahat yaşama imkanını elinin tersiyle itmiştin. Ülkeye gelirken, bunu en zor en çetin şartlarda devam ettirme kararı alarak gelmiştin üstelik. Dik yokuşlarda ülke tahlili değiştirenleri örnek alıp zorlandığında “yapamıyorum” diyebilirdin. Ancak sen tüm zorluklarına karşın dağları mesken tuttun. Elbistan’da doğduğun köyde defnedilirken köydeki yaşlı bir ananın havaya kalkan yumruğunu yaratan coşkuydun sen. Barış Aslan’ın, Hakan Karabulut’un yaptığını yapmış,onlar gibi ölene dek vazgeçmemiştin inandığın doğrulardan. Yurt dışından bir yoldaşın ülkeye geldikten sonra yaptığı konuşmada “Nişanlımla buluştuk, düğünümüz yakında” demişti. Düğünün dağlarla oldu yoldaş, dağlar binlercesini aldığı gibi aldı seni de bastı bağrına… En güzel yanlarımızı, en coşkulularımızı, en kararlılarımızı, en bağlanmışlarımızı kattık nehre, kavga denizinde. Hangi korku, hangi zulüm unutturabilir onları bize? Hangi parmaklık silebilir aklımızdan can bedeli kavgamıza kattıkları rengi, sınırsızca harcadıkları emeği? Hangi ölüm yok edebilir şimdi gürül gürül akan hayatı? O hayat ki, her gidenle şekilleniyor avuçlarımızda. Özgür yarınları oluşturma mücadelemizde, sonsuza dek yaşanılacak, sonsuza dek yaşatılacaksınız! Şan olsun kendini devrimin yapıtaşı edenlere!”
Bir Partizan