Yeni ve yine bir açıklamayla tasfiyeci hizip hacimli ve içerikli bir yazıyı dolaşıma sokmuş bulunuyor. Bilanço ağır, fatura oldukça yüksek ve insanın itiraz etmek istemesi içten bile değil. Son dakika özelliğinde bir habercilikten ziyade derleme yoluna gidilmiş, güncelle de bağı kurulmaya çalışılmış bu sefer. (Habere konu edilen olayın üzerinden altı gün geçtiği için söylüyoruz) Meseleler daha iyi anlaşılsın diye titiz bir habercilikle olaylar başından itibaren tek tek sıralanarak okurun hafızasında canlı ve güncel kalması amaçlanmış. Bir habercilik kuralı gereği de güncel olanı ele alırken geçmişe dair hatırlatmada bulunmak tehcih edilendir. Habercilik anlamında övsek azdır diyeceğimiz bir iş çıkartıldığı ortadır. Güçlü ihtimalde kaleme alan “muhabir” açısından “mütevazilikle” karşılasa da aynı övgüler yapılmıştır. Ne de olsa tarihe düşülen önemli bir manşettir!
Ancak olayların yakın tanığı ve aynı zamanda yaşayanları bakımından şaşırtıcı da bir içerik oluşturulmuştur. Bu şaşkınlık içte yaşanacak gibi değil. Neden buna ihtiyaç duyulduğu ise ayrıca tartışmayı gerektiriyor. Zira nasıl bir uğraş içerisindeysen ihtiyaçlar da ona göre biçim ve içerik kazanıyor.
Açıklamada göze çarpan Özgür Gelecek kimdir? sorusuna verilen yanıtlar ihtiyacı ve içeriği şekillendirecek bir anlayış barındırsa da neden koca koca yalanlar sıralandığı anlaşılmıyor. Peşi sıra işçi ve emekçilere, Kürt ulusuna, kadın ve LGBTİ+’lara, Alevilere, Süryanilere, tüm ezilenlere seslenilerek “muhabirin” mahir kaleminden çıkan yalanlar ülkenin tüm dinamiklerine ulaştırılıyor. Halkı aldatmada, dezenformasyonda boyutlu şekilde işlenen bir suçun altına “içtenlikle” imza atılıyor.
Yapılan çokça eleştirdiğimiz ve gerçek bilgiye ulaşmanın önünde engel olarak gördüğümüz burjuva feodal basının habercilik anlayışından ileri değildir. İhtiyaç ve içerik kurgusu yaşananları gerçeğinden kopartarak sunmaya odaklanmıştır. Hem de kendi rolüne, pratiğine dair tek kalem oynatmadan, nedenlerini ve ortaya çıkan sonuçları dürüst şekilde ifade etmekten kaçınarak, hem de burjuva tarzda bir mağduriyet ve gerici kampanyalar eşliğinde yapılmaktadır.
Neden yalanla bezenmiş bir yazıya, dahası yaşama ihtiyaç duyulduğu sorusuna ilişkin oluşturduğumuz yanıt tasfiyeci hizibin bugünüyle ve günlük çıkarlarıyla anlam kazanmaktadır. Meşgul oldukları hizip faaliyetinin ihtiyaçları ve içeriği; yalanı, dedikoduyu, karalamayı, deşifrasyonu, asılsız ve ciddiyetten yoksun iddiaları piyasalaştırmayı gerektirmektedir. Kolektifin her türlü zayıflığını fırsata çeviren, gerçeği yalanla takasa sokan tasfiyeci hizip böylelikle sorunları iktidar hırsının kaldıracı yapmaya çalışmaktadır.
HEYBEDE SADECE YALANLAR VAR!
Yapılan açıklamanın satır aralarına gizlenmiş kimi itirafları saymazsak heybeye sadece yalanların doldurulduğunu görüyoruz. OHAL’e atıfta bulunarak gazeteyle ilgili yaşanan sorunlar perdelemeye çalışılmıştır.
Mahallelerdeki gazete dağıtımlarının barındırdığı sorunlar, aynı zamanda genel dağıtım ağında yaşanan sorunlar OHAL ile sınırlı tartışılamayacak bir özelliktedir. Gazete dağıtımlarının sürekliliği, sayıdaki artma azalma halleri sürekli değerlendirmeyi gerektiren, yeni yerlere açılmayı hedefleyen bir içeriğe sahiptir. OHAL sürecinde bu kapsamın dışında tartışılacak yeni özgün bir sorun ortaya çıkmamıştır. Semt örgütlülükleri gazete dağıtımlarını yayın politikasında ortaya çıkan kolektif dışılığa rağmen sürdürmüştür. Okurların ve gazetenin dağıtımını gerçekleştirenlerin bu konudaki tanıklığı ortadadır. Kolektif iradenin sansürlendiği, temsiliyetiyle oynandığı, faaliyetin gazete sayfalarında haber değeri görmediği, bin bir zorluk ve güçlüğün çıkartıldığı bir dayatmayla, bayrak açmayla yüz yüze kalınmıştır. Sürece yanıt olma adına çıkarılmak istenen bildiri vb. materyallere özel sayı numaralarının verilmediği, “okuma komisyonu gibi” hareket edildiği, bu nedenledir ki sehit ve tutsak ailelerinin Ocak ayı bülteninin çıkartılamadığı pratiklerin altına imza atılmıştır. Gazeteyi mülk ve iktidar aracı olarak görenler ellerindeki olanakları kolektifi “hizaya” getirmek için bir silah olarak kullanmaya başlamıştır.
Gazeteyi istedikleri zaman çıkarma tasarrufu da dahil olmak üzere trajı düşürülmüş, semtlerde gazete dağıtımlarını tasfiye etmeye yönelen bir çaba içerisine girilmiştir. Semtlerde kendi faaliyet programını oluşturmaya çalışan tasfiyeci hizip semtlerin gazete faaliyetini baskı altına almaya, yıldırma politikası geliştirmeye başlamıştır. Okurlardan toplanan gazete paralarının bozuk şekilde götürülmesinden kaynaklı sorunlardan, başka bir dizi soruna gazeteyi vermeme gerekçesi çeşitlenmiş, yıldırma politikası olağanlaşmıştır.
Hizip faaliyetini adım adım geliştirmeye, semt faaliyetini zayıflatarak kendisini güçlendirmeye çalışan yayın alanı elinde tuttuğu gazeteyi amaçlarını gerçekleştirmek için araçsallaştırmıştır. Semtlerdeki dağıtım ağını peyder pey tasfiye etmeyi hedefleyen tasfiyeci hizip kendi politik çizgisini kitleye taşımayı amaçlayan dağıtım ağını oluşturmaya çalışmıştır. 300 gazetenin dağıtıldığı bir semtte faaliyetçilerin geri çevrildiği, sus payı misali bir miktar gazeteyle geri gönderildiği örnekler mevcuttur. Ya da gazete dağıtımının yapıldığı bir semtte dağıtımcılara gazete vermeyerek “çeşitli okurlar” aracılığıyla gazeteyi dağıtma çabası söz konusudur.
Semtlerde sürdürülen yayın faaliyetinin tasfiyesini amaçlayan, kitle çalışmasını ve örgütlenmeyi askıya almak isteyen tasfiyeci hizibin niyeti kısa sürede bu pratikleriyle ortaya çıkmıştır.
Gazete bürolarının bulunduğu illerdeki faaliyetin, örgütlenmenin ve kitle faaliyetinin durumu ise içler acısı haldedir. Başlı başına büroların bulunduğu illerdeki çalışmaların tablosu bile derdin üzüm yemek olmadığını ortaya koymaktadır. Kapalı halde tutulan gazete büroları, dağıtımı yapılmayan gazete ve dergiler, “ekonomik ihtiyaçlar” kaynaklı sürdürülen kitle ilişkileri devrim mücadelesinden uzaklığın, yabancılaşmanın fotoğrafı durumundadır. Bu alanlarda kitlemizin dinamikleri köreltilmiş, mücadele isteği ertelenmiş, örgütsüzlük yaşam biçimi haline getirilmiştir.
Sıra İstanbul faaliyetinin dinamiklerini öldürmeye, kitle faaliyetini ve örgütlenmeyi askıya almaya gelmiştir. Bunun için elinde tuttuğu en etkili silahı; gazeteyi, örgütlenmenin değil dağıtmanın aracı olarak kullanmaya başlamıştır.
Bir diğer hususta sorunları yığın haline getirenlerin “çözüm” bulmak adına okur toplantısı çağrısı yaptıkları iddiasıdır. Yapılan ise irade gaspına girişerek toplantılar gerçekleştirme, kimi semtlerde sorumluluk düzeyinde muhattaplık kurmadan okurlarla toplantı örgütleme çabasıdır. Kendisini faaliyet alanlarının üzerinde gören bir yaklaşımla tasfiyeciliğe alan açmak isteyen yayın alanı sonrasında ise bu yaklaşımını daha pervasız şekilde sürdürmüştür. Okurlarımızın HBDH kaynaklı sorunları tartışmak amacıyla merkez büroya gitmesinin ardından tasfiyeci hizibin geliştirdiği refleks düzenli olarak yapılan okur toplantısını basmak şeklinde olmuştur. “Baskın” öyle yapılmaz böyle yapılır mesajını parmak sallayarak, tehditler savurarak verenler okurlarımızın sabrına yenilmiş, provakatif tavırları mahkum edilmiştir.
Kendi pratiklerini gözden uzak tutarak tarif etmeye çalıştıkları sorunlar tasfiyeci hizibin kolektifi kavrayış düzeyiyle, işleyiş ve disiplin alerjisiyle ilgilidir. Kolektif dışı tüm pratiklere ve izlenen yayın politikasına rağmen üstten baktıkları, küçümsedikleri semt faaliyetçileri eylem ve irade birliğini bozmamak adına, küçük burjuva reformist çizginin sözcüsü haline gelmiş gazeteyi kitlelere götürmeye, işleyişe ve disipline uymaya devam etmiştir. Bu zor “görev” bir iradeye yaslanarak, isleyiş ve disiplin içerisinde yürünerek yerine getirilmiştir.
Bir işyerinde karşılaşılacak uygulamaları ve ilişki tarzını aratmayacak pratiklerle büroya giden kimi yoldaşlar “tartışma” amaçlı markaja alınmış, kimileri ise büro içerisinde hafiye gibi takip edilmiştir. Markete giderken dahi okurlar dışarıya çıkartılmaya başlanmış, anahtar kilidi aşındıracak derecede iş abartılmıştır. Kimi durumlarda da bırakalım yoldaşca karşılamayı, okurlar “bekleme salonunda” tecrite alınarak yıldırılmaya, gazete vermeyerek yada az sayıda verilerek gerisin geri gönderilmeye çalışılmıştır.
Neki ufku özerklikle sınırlı olan HBDH sorununu kolektifin kucağına bırakanların iradeyi tahakküm altına alma pratikleri sorunları boyutlandıran bir işlev görmüştür. İzlenen yayın çizgisi “gereği” HBDH’den çekilme tavrının yayınlanmaması üzerine kendisine dert edinen taraftarlarımızın tartışma yürütmek, nedenlerini öğrenmek amacıyla toplu halde gazeteye gidişleri baskın olarak tanımlanmıştır. Büroya her gidiş bundan böyle baskın parantezine alınmış, ilk “baskın” ve “tehdit” böyle gerçekleşmiştir.
Gelişmeler GYDK hizbinin kendisini kabul ettirmek için şehitler üzerinden yaptığı açıklamayla yeni bir boyut kazanmış, arkasına dizilenlerle birlikte çizgiden firar edenlerin “eylemi” gazetenin saflarında yerini almıştır. Süreç, gasp edilen, özel mülkiyet ve iktidar alanı olarak görülen hizibin tutsağı Özgür Gelecek’in kitlelerle, gerçek sahipleriyle buluşmasına kaçınılmaz olarak yerini bırakmıştır.
Şiddet tanımının kapsamını ve içeriğini kendi meşreplerince genişletenler merkez büronun alınması süreci üzerinden kamuoyu protestoculuğunu pervasız şekilde sürdürmeye başlamıştır.
Konuya dair o tarihte Partizan’ın kamuoyuna yaptığı açıklama yeni bir söz söylemeyi yersiz kılacaktır. Merak edenler bakımından yeniden okunabilir. Ancak söylemek gerekir ki disiplin altında bulunanların küçük burjuva anarşizminin pervasızlığını yaşayanlara tepkisi hep ölçülü olmuştur. Kitlemizin ve faaliyetçilerimizin yüz yüze kaldığı pratikler, çizgiye yönelik saldırılar karşısında tahammülü ve sabrı sınanmıştır. Kusursuz olmamakla birlikte disiplin altında yürünmüş, tepkimiz ve kızgınlığımız sınıf düşmanlarımıza yöneltilmiştir.
Son olarak bürolara kapıdan girilmesine bacadan girişmiş gibi hırsız yakıştırması yapanlara kendilerinin içeriye nasıl girdiğini hatırlatmakta yarar vardır. İzinler ve “bekleme odalarında” ki tecrit epeydir kaldırıldığı için bu konuda ayrıntıya girmek yersizdir.
Bir Partizan okuru