H.Merkezi: Alman ceza hukukunun 129B bendinden yargılanan politik tutsaklar, Türk devleti ile Alman devletinin bir ortak operasyonuyla 15 Nisan 2015 tarihinde göz altına alınmışlardı. 10 Devrimci, TKP/ML’nin üye ve yöneticisi olma iddiasıyla 16 Haziran 2016 tarihinden itibaren yargılanmaktadırlar.
Son duruşmada, kanıt olarak eklenecek belgelerin önemli bir bölümünün doğruluğunu denetlemesi gereken dil bilirkişisi görevinden alınmak zorunda kalındığından, bu duruşmanın başında, mahkemenin kanıtların toplanmasına planlandığı biçimde devam edemeyeceği belli oldu. Mahkeme, beklenmedik bir biçimde verilen sanıkların kişisel geçmişleriyle ilgili belgelerin okunması talimatını, bir noktada, kanıtların toplanmasının bundan böyle yeniden düzenlenmesi gerektiği şeklinde gerekçelendirdi. Mahkemenin söz konusu yeniden düzenlemeyi nasıl tasavvur ettiği hakkında herhangi bir bilgi sunulmadı:
Aralarında daha tamamlanmamış olan duruşma dışında okunacak dört dosyanın, birbirleriyle sözleşmiş Federal Kriminal Daire çevirmenleri tarafından gerçekleştirilen ses kimlik tespitlerinin denetlenmesinin, Türk gizli servisinin Almanya’daki ajanlık faaliyeti yoluyla elde ettiği bilgilerin delil olarak dikkate alınmasının ve polis tarafından silinen gözetleme videolarının bulunduğu, başlamış olan çok sayıdaki kanıt belirleme sürecinin sonuca ulaştırılması gerekmekte.
Mahkeme, ağır hasta tutsak Mehmet Yeşilçalı’yla gerilimi tırmandırıyor
Buna ek olarak, sanık Mehmet Yeşilçalı’nın sağlık durumu da sorunlara yol açıyor: Yeşilçalı, Türkiye’deki işkence deneyimleri sonucunda psikolojik sorunlardan muzdarip. Bu sorunlar, tutukluluk koşullarında tedavi edilememeleri bir yana, daha da ağırlaşıp kronikleştiklerinden, Yeşilçalı bir seferde bir-bir buçuk saatten uzun süre duruşmaya katılamıyor. Çoğu kez öğleden sonraları duruşmayı takip edebilecek durumda olmuyor. Sağlık durumunun tutukluluğa uygunluğu ve tutuklu yargılanmasının devamı hakkında tekrar karar verilmesi gerekiyor. Bu durumda, hukuken, mahkemenin kanıtların toplanmasında sürekli yaşadığı sorunlar yüzünden yargılamanın gecikmeye uğraması nedeniyle -en azından Mehmet Yeşilçalı’nın- tutuklama emrinin icra edilmemesi gerekirdi.
Mahkeme bu zorlu duruma, Mehmet Yeşilçalı’yı, sağlığının kalıcı olarak mahvedilmesi de dahil olmak üzere bedeli ne olursa olsun tutuklu yargılamak istediğini açıkça ortaya koyan hakiki bir kışkırtmayla yanıt verdi: Mahkeme bugün, sürekli mevcut olan doktorun yerine, sanığın sağlık durumunun duruşmaya katılmasına izin verip vermediğini tespit etmesi için Haar Kliniği’nden psikiyatri ve psikoloji – adli psikoloji alanlarında uzman bir doktor görevlendirdi. Söz konusu doktor, sanık Yeşilçalı’yı daha önce hiç görmemişti. Öğleden sonra, sanığın sağlık durumunun duruşmaya katılmasına hala uygun olup olmadığının tespit edilmesine sıra geldiğinde, mahkeme başkanı duruşmaya bir saat ara verdi. Ardından ancak iki saat sonra, yani saat 16:00’da duruşmaya devam edildi. Belirtmekte fayda var: Sanıklar bu tür bekleme sürelerini mahkeme binasının bodrumundaki penceresiz ve havasız hücrelerde geçiriyor. Saat 16:00’da, nakilleri de hesaba katıldığında, sanıklar mahkemede sekiz saati doldurmuşken, mahkeme, yeni görevlendirilen doktorun sanık Yeşilçalı’nın bir saat daha duruşmaya katılabileceğini belirttiğini ilan etti. Sanığın avukatlarının, rapor veren doktorla konuşmaya katılma talepleri geri çevrilmişti. Bu sefer de doktora soru sormalarına izin verilmedi. Mahkeme heyeti yalnızca doktorun raporunu kısa ama pek de açıklayıcı olmayan cümlelerle özetlemekle yetindi.
Bunun üzerine Mehmet Yeşilçalı mahkemeye, artık konsantre olamadığını ve duruşmayı takip edemediğini bizzat açıklayarak, kendisine o esnada esas itibarıyla intihara meyilli olup olmadığının sorulduğu gerekçesiyle doktor tarafından gerçekleştirilen muayenenin asıl gayesini sorguladı. Söz konusu soruya verdiği cevabın, duruşmayı takip edip edemediği konusunda göz önünde bulundurulacak yegane kriter olamayacağı düşüncesindeydi. Bu sözler mahkeme başkanını anlaşılan o kadar kışkırttı ki, yüksek sesle bağırarak, sanığa artık susmasını söyledi. Mahkeme başkanı, ayağa kalkarak müvekkilinin durumuna açıklık getirme hakkına sahip olduğunu belirten sanık avukatına da, yine bağırarak, yerine oturmasını söyledi. Duruşma artık çığırından çıkmaya başlamışken, mahkeme heyeti dikkafalı bir biçimde kaçarcasına salonu terk etti.
Mahkeme heyeti birkaç dakika sonra salona geri döndüğünde, mahkeme başkanı biraz sakinleşmişti. Sanık Yeşilçalı’nın sağlık durumunun duruşmaya katılmasına uygunluğuyla ilgili tartışmaya dair hiçbir beyana izin vermeyeceğini, tartışmanın yazılı olarak süreceğini ilan etti. Açık ki mahkeme hala, ağır hasta sanığa muamelesinin kamuoyuna yansımasından çekiniyor.
Müdafiler, mahkeme heyetinin kendilerini yeni doktorun raporuyla ilgili kapsamlı bir biçimde bilgilendirmemesini -özellikle de sorulara izin vermemesini- bir kez daha açıkça eleştirdi. Doktorun sanıkla konuşmasıyla duruşmaya yeniden başlanması arasında da sonuçta bir saat geçmiş olduğundan, doktorun sanığın bir saat daha duruşmaya katılabileceğini belirttiği bilgisi dahi tamamıyla yetersizdi. Yani hangi anın kastedildiği tamamen belirsizdi. Ayrıca mahkeme başkanı, duruşmanın başlamasının ardından, “planlanan kanıt programının bugün” yapılıp bitirileceğini belirtmişti. Böylece açıkça belli olmuştu ki mahkeme aslında yalnızca “planlama”sını kabul ettirmek için bir neden arıyordu. Sonuçta Yeşilçalı’nın müdafileri, müvekkilleriyle hakimlerin tarafsızlık koşulunu yerine getirmedikleri gerekçesiyle reddini talep etmelerinin gerekip gerekmediğini konuşmak için bir araya ihtiyaç duyduklarını açıkladılar. Bunun üzerine, mahkeme başkanı yargılamaya önümüzdeki cumaya kadar ara verdi.
Bugün açıkça ortaya çıktı ki mahkeme, sanık Yeşilçalı’nın sağlığının nihai olarak mahvedilmesi de dahil olmak üzere bedeli ne olursa olsun, tutuklu yargılamada ısrarcı olmakta kararlı; zira bu şekilde sanıklar üstünde baskı kurabileceğine inanıyor. Bu durum, tutuklu yargılamanın bir tür gözdağı yoluyla itirafa zorlama aracı olarak kullanıldığı Alman ceza mahkemeleri açısından yeni değil. Fakat olayı bir skandala dönüştüren, bunun ağır hasta bir insanın başına gelmesi. Mahkeme ile Federal Savcılık, sanık Yeşilçalı’ya çok da uzun olmayan bir süre önce itirafta bulunması halinde üç yıl hapisle cezalandırılması teklifinde bulunmuştu ki bu da uzun tutuklu yargılama süreci dolayısıyla derhal serbest bırakılması anlamına gelecekti. Ancak sanık bu anlaşmayı kabul etmemişti. Şu anda iki buçuk yıldan uzun süredir tutuklu bulunmakta. Dolayısıyla, ağır hasta olmasaydı dahi, tutukluluğunun devamını inandırıcı şekilde gerekçelendirmek pek de mümkün değil.
Ölçülülüğün değerlendirilmesi ve yapıcı çözüm önerilerine karşı bütünüyle kayıtsız olan bir tür düşman ceza hukuku biçimiyle karşı karşıyayız. Şu anda mahkeme heyeti hukuki ve yargılamaya dair itirazlara kulak asmıyor. Bu durumda olsa olsa sadece kamuoyu baskısı, mahkemeyi sanıkların bedeli ne olursa olsun mağlup edilmesi gereken birer düşman olarak görülmediği bir ceza davasına dönmeye zorlayabilir.