Bu bir zorunluluktur. Peki bu tarihsel ve toplumsal zorunluluk bize neyi emretmektedir? Başkan Mao’dan aktaralım: “Büyük bir devrimi yönetmek için büyük bir partiye ve çok sayıda yetenekli kadroya sahip olmak gerekir. (…) Partinin önderleri, kadroları dar kafalı , dar görüşlü ve beceriksiz kimselerse, tarihte eşi bulunmayan devrim gerçekleşmez.” Biraz açarsak; amaç büyük bir devrimin gerçekleşmesidir. Zorunluluk ise, büyük bir Parti ama “dar kafalı”, “beceriksiz” kadrolarla böylesine büyük bir Partinin büyük görevlerini yerine getirmeyeceği gerçeğidir. Stalin’in dediği gibi, doğru bir politika belirlendikten sonra onun yaşama geçirilmesi yetenekli- başarılı kadroların işidir. Eğer sınıf savaşımının her alanında böyle kadrolara sahip olmazsak ve mevcut kadrolarımız kendilerini “eski kadro” tipinden çıkarıp tamamen devrimin, Partinin, halkın kısa ve uzun vadeli çıkarlarına göre şekillendiremezlerse belirlenen politikaların, hatta MLM’nin hiçbir anlamı olmaz. Bunun önemle görülmesi gerekir.
“Devrimin geleceği kadrolara bağlıdır” derken Mao, onların niteliğine ve kitlelerle olan bağının nasıl olması gerektiğini belirlemekte ve ancak böyle bir kadro tipine devrimin geleceğinin bağlanabileceğini önemle vurgulamaktadır. Parti içerisinde veya mevcut sürecin ürünü olarak ortaya çıkan “kadro” tipinden bahsetmiyoruz. Mao da bundan bahsetmiyor. O halde mevcut “kadro” tipini yadsıyarak Başkan Mao’nun “devrimin geleceğini” bağladığı kadroyu, ulaşılması hatta aşılması gereken referans olarak ele almalı, tamamen buna göre şekillenmeyi olmazsa olmaz bir zorunluluk olarak belirlemeliyiz.
Ne diyor Başkan Mao; “Kadrolar, Marksizmi- Leninizmi sıkı bir şekilde kavramış, siyasi bakımdan uzak görüşlü, çalışmada yetenekli, fedakarlık ruhuyla dolu, sorunları tek başına çözebilen, güçlükler karşısında yılmayan ve halka, sınıfa ve partiye hizmet etmede sadık ve kararlı kadrolar ve önderler olmalıdır. Parti, üyelerle ve kitlelerle olan bağlarında, işte bu kadrolara ve önderlere güvenir ve parti ancak onların kitlelere sıkı bir şekilde önderlik etmelerine dayanarak düşmanı alt edebilir.”
Başkan Mao’dan aktarımı tekrar tekrar okuyalım. Ancak geçmeyelim. Düşünelim! Sorgulayalım! Ve şu soruları soralım; Nerede yanlış yapıyoruz? İkincisi, bu niteliğin neresindeyiz? Belirlenen kriterlerin bizde olup olmadığını ve bunları nasıl kazanacağımızı, nasıl kazandırılacağını sorgulayalım. Genel bir yanıt vermek gerekirse; bugün sözkonusu özelliklerden ve niteliklerden oldukça uzak durumda olan “kadro”larımızın varlığı hiç de az değil. Neden? Çünkü “Proletaryanın devrimci davasının halefleri yığın mücadeleleri sırasında ortaya çıkarlar ve büyük devrimci fırtınaların ortasında pişip büyürler.” (Mao) belirlemesinden olabildiğince uzak oluşlarındandır. İşte sorularımızın yanıtı buradadır.
Kitlelerin işlenmesi gereken muazzam zenginliklerle dolu bir maden olduğunu altını çizerek kabul etmemiz gerekir. İşte devrimin nitelikli kadroları da ancak bu hammaddenin işlenmesi ve nitelikli ürünler haline getirilmesi pratiğinden ortaya çıkar. Keza kitlelerle sıkı bir şekilde birleşmeleri de bu hammaddenin işlenmesi, devrimin yaratılması ve inşa edilmesinden, kullanılması pratiğinde ete kemiğe bürünecektir. Böylesine somut bir pratiğin ve somut “devrimci fırtınaların” içinde yetişmeyen hiçbir kadro yukardaki niteliklere uygun olamaz. Devrimin ve toplumun tarihi misyonunu yüklenecek büyük bir partinin kadrosu olamaz. Dolayısıyla biz “devrimin geleceğini” böyle “kadrolara” bağlarsak büyük bir aptallık yapmış oluruz. Bu durumda düşmanın saldırılarına hiç ihtiyaç olmadan Partiyi ve devrimi tasfiye etmek içten bile değildir. Niteliksiz, güdükleşmiş, dar kafalı, bencil, Partiye ve devrime hizmet etmeyen, kitlelerle hiçbir ilişkisi olmayan asalak, güçlükler karşısında bacakları titreyen, korkak “kadro”lardan oluşan bir “Parti”, bırakalım Proletarya Partisi olmayı, herhangi bir devrimci parti niteliğine bile uygun olmaz. Ve Proletarya Partisi adına bu tür “kadrolar”dan oluşmuş ve kitlelerle herhangi bir ilişkisi ve kitlelerin üzerinde etkisi olmayan bir partinin varlığı ile yokluğu silikleşir.
Böyle bir “parti” olmamızı kim isteyebilir? Partinin, devrimin ve halkın düşmanları… Tüm anti-MLM akımlar, oportünistler, revizyonistler, tasfiyeciler, çürümüş ve küçük burjuva unsurlar… Başka da kimse istemez… Bugün kitlelerle ilişkilerimiz bir Komünist Partisi ve kadrolarının niteliğiyle bağdaşmayacak derecede geridir. Bunun çeşitli nedenleri var. Esasta “zorunluluğun bilinci”ndeki yetersizlik iken, öbür taraftan Partinin sağ ve sol tasfiyecilerin girdabında yaşadığı, sağ oportünizmin ciddi etkileri vardır. Şimdi sağ oportünizmin temellerine inmek ve tüm sapmaları yadsımak durumundayız.
Kitleleri yadsımak demek Partiyi ve devrimi yadsımak demektir. Kitlelere önem vermemek demek devrime ve Partiye önem vermemek demektir. Kitlelere güvenmemek demek Partiye, devrime güvenmemek demektir. Kitlelerin devrimdeki rolünü kavramayıp, buna uygun davranmamak demek MLM’den sapmak demektir. Kitlelerin devrimin sahipleri olduğunu görmemek demek, Partiyi üç- beş “kahraman”, “kurtarıcıya” mahkum etmek demektir. Kitlelerin devrimdeki rolünü kavramamak, kadroların, savaşçıların önemini kavramamaktır ve onların uzaydan geleceğini varsaymaktır.
DEVRİM HALKIN ESERİDİR, HALKI ÖRGÜTLEMEK KP’NİN GÖREVİDİR
Başkan Mao yukardaki anlatımı şöyle tamamlıyor: “Gerçekte yıkılmayan duvar hangisidir? Yığınlardır, bütün kalpleriyle, bütün düşünceleriyle devrimi destekleyen, milyonlarca ve milyarlarca yığınlardır.” Peki, “bütün kalpleriyle, bütün düşünceleriyle devrimi destekleyen” kitlelerin bu desteği kendiliğinden mi oluşur? Bu destek bilincine kendiliğinden mi varılır? Kesinlikle hayır. Eğer öyle olsaydı, Komünist Partisi’ne ya da komünistlere ihtiyaç olur muydu?
Halk kitlelerinden koparılmış bir savaş yenilgiye mahkumdur. Halk kitlelerinden koparılmış bir parti yozlaşmaya, tasfiye olmaya mahkumdur. Halk kitlelerinden kopan bir kadro asalaklaşmaya, lümpenleşmeye ve Parti ve devrimin düşmanı olmaya mahkumdur.
Askeri başarılar kazanabilir, düşmanı bir alanda fiziki olarak yok edebiliriz. Bu çok mümkündür. Savaş konusunda üstünlüğümüz, düşmanın ise güçsüzlüğü bu ortamı yaratabilir. Peki kime önderlik edeceksiniz? Kimin iktidarını kuracaksınız? Ya da siz düşmanı askeri olarak alt ettikten sonra birden kendiliğinden kitleler sizin otoritenizi mi tanıyacaklar? Peki sizin otoritenizi benimseyen kitleleri nasıl yönlendireceksiniz? Silahlarla mı, zorla mı? Evet diyorsanız, peki sizin düşmandan farkınız ne olacak? Kitleler adına kitleleri silahla yönetmek! Öyle mi? Bunun adı devrim, sosyalizm olmaz. Askeri diktatörlük olur. Hiç şüphesiz ki kimse “evet ben bunu istiyorum” demeyecektir. Ancak sorun yalnızca istem sorunu değildir. Bir ideolojik-politik-örgütsel hat ve savaşım sorunudur. Bir yerden başlayan küçük bir sapma, bizi düşmanın saflarına kadar götürebilir. Sorun budur, anlattığımız da budur.
Kitlelerin desteğini mi, sahiplenişini mi isteyeceğiz? Kitlelerin desteğini mi, kitlelerin katılımını mı isteyeceğiz? Bir başka biçimde sorarsak, kitleler devrimin esas sahipleri mi yoksa yardımcı, tali güçleri midir? Bu sorunlara Başkan Mao şu yanıtı veriyor: “Devrimci savaş, yığınların savaşıdır. Bu savaş ancak yığınlar seferber edilerek ve ancak yığınlara dayanılarak yapılabilir.” Evet şimdi Maoizm’in ne olduğunu ve pratiğimizi bununla kıyaslayalım. Ne görüyoruz? Mao ile aramızda kapatılması gereken epeyce mesafe görüyoruz.
Sözgelimi bunu, savaş pratiğimizde açık ve net görüyoruz. İşçi sınıfı içinde, sendikalarda, fabrikalarda, semtlerde, okullarda görüyoruz. Her alanda farklı biçimlerde yansısa da temelde aynıdır. Aynı “ortak” şekillenmenin ürünüdür.
Partinin kazanmadığı her kesim hem fiili olarak, esasta da objektif olarak burjuvazinin saflarındadır. Kitleler bizimle düşman arasında bir tercihte bulunamıyorsa, ortada kalıyorsa bu bizim başarısızlığımız ve yanlış politikalarımızın bir sonucudur. Bu konuda kitlelere kızmak yerine tamamen kendimize kızmak durumundayız. Bunu böylece kabul etmemek MLM’ye ve Parti’nin iradi müdahaleciliğine ve önderliğine inanmamak demektir.
Kitlelerle bütünleşemiyor ve kitleleri savaştıramıyorsak biz onların devrimdeki rolünü yeterince kavramamışız demektir. Bu yanlış ve eksik şekillenişi ortadan kaldırmanın yolu, Başkan Mao’nun gösterdiği şu biçimde olacaktır: “Partimizin bütün pratik faaliyetlerinde doğru bir yönetim şu prensip üzerine kurulmalıdır: Yığınlardan hareket edip gene yığınlara dönmek. Bunun anlamı şudur: Yığınların düşüncelerini (dağınık, sistemsiz düşünceleri) toplamalıdır (incelemeler yapıldıktan sonra genelleştirilmiş ve sistemleştirilmiş düşünceler haline getirmelidir), sonra bunları yaymak ve açıklamak için yeniden yığınlara gitmelidirler ve böylece yığınlar bu düşünceleri sindirebilir, kesinlikle benimseyebilir ve hareket haline çevirebilir.” Şimdi Başkan Mao’nun bu belirlemesini ve yaklaşımını büyük bir kavrayışla ele alıp kendi pratiğimizle kıyaslayalım. Kıyasladığımızda bundan oldukça uzak olduğumuzu göreceğiz. O halde yapılacak tek şey kalıyor. Mevcut yanlış şekillenmelerimizi parçalamak, yadsımak ve doğru olanı, yeni olanı alternatif olarak belirleyip tamamen buna uygun davranarak. Buna uygun davranıldığı noktada savaşımın bütün alanlarında doğru bir çizgi uygulayabilir, hakim çizgi haline getirebiliriz. Faaliyetin sağlıklı bir noktaya girmesi ancak böyle sağlanabilir. Bu rotanın önündeki her türlü engeli mutlak biçimde aşmayı, yanlış ve eksik olanı dönüştürmeyi, dönüşmüyorsa koparıp atmayı bilmeliyiz. Her pratiğimiz kitlelerin daha kapsamlı ve daha üst boyutta örgütlenmesine, Proletarya Partisi’yle bütünleşmesine ve savaşmasına hizmet etmelidir. Buna hizmet etmeyen bir düşünce, bir pratik gerçekte devrime, Partiye ve halka yararlı olmaz.
O halde kitlelerin örgütlenmesine, KP’yle bütünleşmesine ve savaşmasına hizmet etmeyen pratikleri açık ve net bir biçimde mahkum etmeliyiz. Tüm çalışmalarımızın ve pratiğimizin (örgütsel, siyasal, ideolojik, askeri, kültürel, ekonomik vb. vb.) temeline “kitlelerden kitlelere” bilincini yerleştirmeli, tüm şekillenmeleri buna göre yapmalıyız.
HALK KİTLELERİNİ HALK SAVAŞININ SAHİPLERİ VE SAVAŞÇILARI HALİNE GETİRELİM
Sorunun esası, politik iktidar mücadelesinde yansımasını bulan sınıf savaşımının kitlelerin nasıl kitlelere mal edileceğidir. Öbür taraftan bugünkü politik iktidara sahip olan sömürücü sınıfların kendi iktidarını korumak ve düzenlerini sürdürmek için hangi yol ve yöntemlere başvurduklarının kavranılması bir diğer sorundur. Düşman hangi yöntemlerle kitleler üzerinde otorite kurabiliyor, kendisine yönelen başkaldırıları nasıl ve hangi yöntemlerle bertaraf ediyor? Ve kitlelerle bütünleşmemizi engellemek için neler yapıyor? Tüm bunlar sınıf savaşımı içinde olan her militanın, her kadronun ve esasta da KP’nin başlıca konularıdır. Politik iktidar mücadelesi, tüm bu mevcut durumlar ve gelişmeler üzerinde yoğunlaşmayı, çözümler üretmeyi ve üretilen çözümleri uygulamayı ve uygulatmayı zorunlu kılar. Bu pratik faaliyet, ideolojik hesaplaşmanın ve sağlamlaşmanın, politik uyanıklığın ve politik yetkinleşmenin, örgütsel sağlamlaşmanın ve çelikleşmenin, askeri konularda uzmanlaşmanın ve ordulaşmanın pratiği olacaktır. Bundan kopuk bir pratiğin ise ideolojik-politik-örgütsel ve askeri konularda güdükleşmeye, giderek yozlaşmaya ve sınıf savaşımının ihtiyaçlarına yanıt olmaktan uzak bir noktaya götüreceğini peşinen kabul etmek gerekir.
Politik iktidar mücadelesinde Proletarya Partisi’nin öncelikle bütünleşmesi gereken, suda balık misali yaşamsal bir öneme sahip olan kitleler hangileridir? Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Proletarya; yoksul köylüler, kamu emekçileri, tarım işçileri, inşaat işçileri, çıraklar, mevsimlik işçiler, işsizler, işportacılar, kadınlar, öğrenciler, gecekondulardaki yarı-proleter emekçiler, esnaf ve sanatkarlar, küçük üreticiler, hakim sınıfların doğrudan uzantıları olmayan aydınlar, sanatçılar, yazarlar, avukatlar, mühendisler, mimarlar vb. vb.
Devrimden doğrudan çıkarı olan bu toplumsal kesimler içindeki Parti çalışması hiç şüphesiz ki belli farklılıklar taşıyacaktır. Örgütsel mekanizmaların doğrudan ve dolaylı biçimleri savaş alanlarının önemine göre farklı biçimler alacaktır. Ancak hepsinin tek bir ortak hedefte ve merkezi politikaların belirleyicisi olan Parti aygıtının yönlendiriciliğinde şekillenmesi ve bütünlük oluşturması zorunluluktur.
İşçi sınıfının çeşitli kesimlerini örgütlemek ve savaştırmak için devrimden çıkarı olan tüm kesimleri örgütleyip savaştırmak ve özgürlüğüne kavuşturmak için bu kesimlerin tüm özelliklerini iyi tanımalı ve gelişim yönlerini iyi belirlemeliyiz. Eğer bu belirlemeleri yapmaz isek onların düşman ve Parti karşısında nasıl bir tavır takınacaklarını bilmezsek, bugün mevcut toplumsal çelişkilerden nasıl etkilendiklerini, hangi konularda hassaslaştıklarını, hangi konulara ilgi duyduklarını, hangi sorunlara tepki gösterdiklerini ve bu tepkilerin kimler tarafından nasıl ve nerelere kanalize edildiğini iyi belirlemezsek onları yeterince tanımış olduğumuzu söyleyemeyiz. Yeterince tanınmayan ve gelişim yönü belirlenmeyen kesimlerle, ne yeterince bir ilişki kurulabilir ne de onların somut sorunlar karşısındaki hassasiyeti kontrol edilebilir. Bu hassasiyet onların değişim ve savaşıma katılmasını önemli ölçüde belirleyecek bir öneme sahiptir. Bunun küçümsenmesi zaten kitlelerin küçümsenmesinin bir parçasıdır.
Oysa Başkan Mao, kitlelerle ilişkiler konusunda bize şunları öğretir: “Yığınların üretici faaliyeti, çıkarları, tecrübeleri ve keyifleri, işte yönetici kadrolar bunlara her zaman dikkat etmelidirler. (…)
Yığınların hayat şartlarıyla ilgili bütün bu sorunlar günlük programımıza konulmalıdır. Bunlar tartışılmalı, kararlar alınmalı, uygulanmalı ve uygulanışları denetlenmelidir. Geniş yığınlara, çıkarları tarafımızdan temsil edildiği, hayatlarımızın onların hayatlarına sıkı sıkı bağlı olduğu anlatılmalıdır. Buradan hareket ederek ileri sürdüğümüz daha yüksek görevleri, devrimi, savaş görevlerini anlasınlar ve devrimi desteklesinler, devrimi bütün ülkeye yaysınlar, bizim siyasi çağrımızı kabul etsinler ve devrimin zaferi için sonuna kadar savaşsınlar.” Bu belirlemelerden neyi öğrenmeliyiz? Tam da kitlelerin devrimdeki rolünü ve kitlelere hangi yöntemlerle bilinç taşıyacağımızı… Ve bu bilinci nasıl onların gücüyle birleştirip, onları savaşın gerçek unsuru haline getireceğimizi öğrenmeliyiz. Çalışmalarımızda kitlelerin somut, günlük sorunlarını nasıl sahiplenerek, onları kendi hak ve özgürlüklerinin bilincine vardıracağımıza, giderek bunu nasıl politik iktidar mücadelesinin başlıca unsurları haline getireceğimizi öğrenmeliyiz. Hiç şüphesiz ki bunları belirlemek ve teorik planda öğrenmek yeterli değildir. Bu bilgiyi gerçek işlevine kavuşturmak ve kitlelerin gücünü görmek mi istiyorsunuz? O halde politikalarınızı belirleyin, propaganda araçlarınızı hazırlayın ve hiç durmayın! Kitlelerin içine girin! Kuşanın silahlarınızı, bilincinizle, yeteneklerinizle dalın emekçilerin içine. Örgütleyin, savaştırın ve Partiyle daha üst boyutta buluşturarak politik iktidar mücadelesine katın! Ve gerçek anlamda kendimizi ve kitlelerin gücünü ancak böyle görebilir, öğrenebiliriz.
KİTLESELLEŞMEK OLMAZSA OLMAZ BİR ZORUNLULUKTUR
En geniş kitleleri kazanmak, örgütlemek ve savaştırmak için kitleselleşmek zorunluluktur. Bunu göremeyen bir Parti, bir kadro devrimin ne olduğunu bilmiyordur. Bunun önemle kavranması gerekir. Ancak şekilsiz bir kitleselleşmeden, kof bir kitleselleşmeden, reformist ve liberal bir kitleselleşmeden, sendikalizme, ekonomizme düşmüş bir kitleselleşmeden de devrim ve Parti yararına fazlaca bir şey çıkmaz.
Peki Proletarya Partisi’nin düşüncelerini kim taşıyacak kitlelere, kim ajitasyon-propaganda yapacak, kitleleri kazanacak, örgütleyip savaştıracak? Kim kitleleri yönetecek? Ya da Parti ve kadroların, hücrelerin temel çalışması ve pratiği kitlelerin kazanılmasına yönelik olmayınca kitleler nasıl kazanılacak? Doğru yanıtlar verilmelidir. Veya şu biçimde bir soru sorulmalıdır: Organlar, kadrolar, hücreler kendi çalışma ajanlarında kitlelerin sorunlarıyla ne kadar ilgilidirler? Bu sorunların kaynaklarını araştırıp inceleyebiliyorlar mı? Partinin politikası doğrultusunda bu sorunların çözümüne alternatif üretebiliyorlar mı? Sorunları çözebiliyorlar mı? Bu sorunların çözümüne kitleleri katabiliyorlar mı? Her gün onlarca, yüzlerce, binlerce insana nasıl ulaşabileceğini, onları nasıl etkileyebileceğini, hangi yöntemlerle savaştırabileceğini, hangi tür örgütlenmelere ya da esasta Parti örgütlenmesine nasıl katabileceklerini açık ve net biçimde belirleyebiliyorlar mı? Onlarca hücreyi, Partinin demir disiplinine göre oluşturup, harekete geçirebiliyorlar mı? Açık ve net biçimde buna yanıt vermek gerekir. Eğer bu yapılmıyorsa öncelikle bunun bir sınıf partisinin, sınıf ideolojisinin niteliğine denk düşmediğini kabul etmeli ve hemen bu durumun yadsınmasına girişilmelidir. Bunun görülüp de yadsınmaması tamamen sıradanlığı, tamamen niteliksizliği, tamamen bir niteliğin yani Bolşevik parti ve kadro anlayışının, giderek sınıf savaşımının tasfiye edilmesidir. Sorunun bu önemli yanı görülmeden sorunun üstesinden gelinmez.
Başkan Mao, kitlelerle bütünleşmemiz konusunda şunları söylüyor: “Biz komünistler tohumlar gibiyiz, halk da toprak gibidir. Nereye gidersek gidelim, oradaki halkla bütünleşmeliyiz, halkın arasında kök salmalı ve çiçekleşmeliyiz.” Bununla beraber yöntem konusunda da şöyle yol gösteriyor Başkan Mao: “Yığın hareketinde bir komünist halk yığınlarının amiri değil, onların dostu olmalı, bürokratik bir politikacı değil, yorulmak bilmeden eğiten bir öğretmen olmalı.” Şimdi pratik çalışmalarımızla kıyaslayalım. Çalışma alanlarında kitlelerin her türlü sorununu ele alıp işleyecek, çözümler sunacak, politik çözümlemelerimizle kitleleri eğiterek, kendimizle bütünleştirebiliyor muyuz? Kitleleri herhangi bir sorunun çözümü için bize ihtiyaç duyar hale, bizi arar hale getirebildik mi? Kitleler tüm olanaklarını bize (Partiye) sunabilir, hesapsız açabilir hale getirildi mi ya da getirilebiliyor mu? Bunun için hangi yöntemler kullanılıyor? Doğru ve açık yanıtlar vermeliyiz. Eğer bunların Başkan Mao’nun öğrettiklerine uymadığını görüyorsak, o halde yeniden daha derin ve daha radikal biçimde kendimizle hesaplaşmalıyız. Bu hesaplaşma sonucu çıkardığımız ve belirlediğimiz yeni yöntemlerle daha sabırlı, daha istikrarlı, daha bilinçli bir biçimde kendimizi ve organlarımızı, komitelerimizi, yeniden kalıba dökerek, yeniden kitleleri örgütleme ve savaştırma pratiğine girmeliyiz. Kendimizle, yanlışlarımızla, eksikliklerimizle ve hastalıklarımızla sürekli bir hesaplaşma tam da böyle bir pratiğin içinde olmalıdır. Pratikten kopuk bir hesaplaşma yararlı, üretken, geliştirici, yeniden yaratıcı bir hesaplaşma olmaz. Yıpratıcı, yıkıcı, güven kırıcı, bunalım yaratıcı bir hesaplaşma ve kişisel sürtüşmelere dönüşür. Bu konuda yaşanan olumsuz pratikler fazlasıyla mevcuttur. Bunlardan öğrenme ve bunları yadsıma yoluna gidilmelidir.O halde pratiğimizden, kitlelerin pratiğinden, dostlarımızın pratiğinden ve düşmanlarımızın pratiğinden de öğrenmeliyiz. Teoriyi yaşanılır kılacak olan budur.
Kitlelerin sorunlarına hükmetmeliyiz. Kitlelerin sorunlarını çözmeliyiz. Kitlelerin sorunlarını sahiplenmeliyiz. Kitleleri düşmana karşı örgütlemede ve savaştırmada ustalaşmalıyız. Kitlelerin bu savaşa adım adım katılımı ancak onların Parti tarafından örgütlenmesi ve savaştırılmasıyla mümkün olur. Kitlelerin uğruna savaşabilecekleri, savaştıkları sorunlar hangileridir? Bunlar bilinmeli, buralardan harekete geçilerek, daha büyük, daha karmaşık savaşın içine çekmeliyiz. Kitlelerin ekonomik-demokratik taleplerini ve bu talepler uğruna örgütlenmesini, direnmesini, savaşmasını küçümseyen, kitlelerin bu “basit” savaşım biçimlerini kendisinin dışında gören bir anlayış ya da pratikteki bir davranışla bırakalım MLM olmayı, devrimci bile olunmaz. Kitlelerin ekonomik mücadelesine burun kıvıran bir anlayış hiçbir zaman kitleleri politik mücadeleye çekemez. Çünkü parti ve kadrolar ancak kitleleri kendi ekonomik-demokratik talepleri uğruna örgütleyip savaştırdıklarında ancak bu tür pratikler içinde kitlelere güven verebilir. Onları basitten karmaşığa doğru bir bilinçle donatabiliriz ve onlarla bütünleşebilir ve onları yöneteceğini de ancak bu pratik içinde öğrenebilir. Hiçbir grev, kitlesel direniş, işgal vb. bir eylem örgütlememiş, onu yönetmemiş, sorunlarını çözmemiş, yenilmemiş-yenmemiş, düşmanla kitleleri karşı karşıya getirmemiş, kitleleri bu pratik içinde eğiterek kazanmamış bir örgütün, bir kadronun, kitlelerden, Partiden, devrimden bahsetmesi sınıf savaşımının “yığınların savaşımı” olduğundan bahsetmesi ne anlama gelir? Hiçbir anlama!..
Halk kitlelerini tanımayan, onların yaşam ve çalışma koşullarını bilmeyen, en yalın duygu ve özlemlerini bilmeyen, onların devlete, sisteme, sistemin partilerine, kuramlarına nasıl baktığını ve tüm bunlardan nasıl etkilendiğini yerinde göremeyen, yaşamayan bir düşüncenin kitlelerle bütünleşmesi, kitleleri kazanması, kitleleri savaştırması ve Komünist Partisi’nde örgütlemesi mümkün olmaz.
Halk kitleleri kendiliğinden örgütlenmez. İşçi sınıfı kendiliğinden sınıf bilinci kazanamaz. Sınıf bilinci Komünist Parti ve militanlar tarafından kitlelere taşınır. Kitlelerin kendiliğinden bilinci ve davranışı yıkılır, onun yerine Proletarya Partisi önderliğinde sürdürülecek sınıf savaşımının bilinci kitlelere kazandırılır. Her türlü davranışına böylelikle yön verilir.
Sözgelimi bugün kitlelerin özelleştirmeden, işsizleştirmeden, sömürüden, katliamdan, kültürel-ahlaki çürümeden, sendikasızlaştırmadan, göçlerden vb. vb. nasıl etkilendiğini ve tüm bunlara nasıl tepki göstereceğini bilmeli, yön verilebilmelidir. Bu tepkileri bilince dönüştürmek için yoğun biçimde ajitasyon/propaganda faaliyetine girerek, düşmanı teşhir ederek, her gün her saat kitlelerin içinde kalarak kitlelerle ilişkiler kurulabilir, kitleler kazanılabilir, kitlelere yön verilebilir, kitleler politik iktidar mücadelesinde Parti önderliğinde savaştırılabilir. Bunları yapmayan, adım adım giderek kitlelerle bütünleşmeyen, kitle tarafından kabul görmeyen bir düşüncenin kitleler tarafından kabul görmesi mümkün değildir.
Kitlelerin içinde olmadan, kitlelerin direnişleri, grevleri, boykotları, yürüyüşleri, işgalleri bizzat örgütlenmeden, kitleleri kazanmanın, savaştırmanın mümkün olmadığını bilmeliyiz. Kendiliğinden kitle hareketi gelişecek ve biz de gidip ona önderlik ederek bilinç taşıyacak ve politikleştireceğiz (!) Öyle mi?!
İşçi kitlelerinin ekonomik-demokratik talepleri için kendiliğinden grev ve direnişlere başvurmasını beklemek değil, bizzat başından itibaren bu taleplerin ve işçileri örgütleyip grevlere, direnişlere götürmekle grevlere önderlik edilebilir, bu grevler politik greve ve direnişlere dönüştürülebilir. Böyle grevlerde, direnişlerde örgütlediğimiz, eğittiğimiz işçi kitleleri, politik-iktidar mücadelesine seferber edilebilir. Kitlelerin ekonomik-demokratik örgütlenmeleri birer mevzi olarak kullanılır ve bu mevziler, politik iktidar mücadelesinde önemi kavranılırsa, oralar sınıfa ve kitlelere karşı gericiler ve sınıf düşmanları tarafından kullanılmaya terk edilmezse, keza sadece mevcut kitle örgütlerinin ele geçirilmesi değil, aynı zamanda birçok alanda bu kitle örgütlerinin (sendikalar, demekler, odalar, kooperatifler vb. vb.) bizzat yaratılması, kurulması mücadelesine katılma bilinci ve sorumluluğuyla hareket edilirse, kitlelerle bütünleşmemek için hiçbir neden kalmaz. Sorun, KP organlarının bunu bilince çıkarması, buna uygun politikalar üretmesi ve bunu uygulamasıdır. Tüm bu kitleselleşme pratiği içinde Partinin illegal kurumlarını adım adım inşa etmesidir.
Unutmayalım ki, grevleri, direnişleri örgütlemeyen, sendikalarda, derneklerde yönetimi ele geçirmek için somut talepler belirlemeyen, genel kurulları, kurultayları bizzat örgütlemeyen ve bunları ajitasyon/propaganda ve örgütleme mekanları olarak kullanmayan, devrimci kitle eylemleri örgütleyip gerçekleştirmeyen, düşmanın saldırılarına karşı devrimci kitle eylemlerini yanında savaşı da geliştirmeyen bir hareket kitleler tarafından kabul görmez. Kitleler tarafından sahiplenilemez. Kitleler bir yanda kalır, kendisi ayrı bir yanda.
(bitti)