H.MERKEZİ: www.ikk-online.org sitesinde yayınlanan bu yazıyı güncelliğinden ve süreçten kaynaklı yayımlıyoruz.
IRAK KÜRDİSTANI REFERANDUMA GİDERKEN!
Ortadoğu’da yaşanan karmaşa ve kaos, sürekli yeni gelişmelerin boy verdiği bir siyasi arenayı andırıyor. Büyük bir kavga içinde ulusal ve mezhepsel çelişkiler, hem toplumsal hareketin dinamiği hem de siyasetin rengini etkileyen faktörler olmaktadır. Özellikle bir süredir çatırdayan ve dağılma eğilimi gösteren Ortadoğu sistemi yeni arayışlar, yeni hamleler ve sürekliliği sağlanmış bir bölgesel savaş eşliğinde rotasını bulmaya çalışıyor. Ancak eğilim olarak bahsettiğimiz sürecin sancılı, zorlu ve keskin çatışmalara içkin olduğu unutulmamalıdır. Hamleler yapılmakta, hamleler bozulmakta, oyun kurguları sürekli değişikliğe uğramaktadır. Bunların hepsi bu eğilimin ruhuna uygun gerçekleşmektedir. Hızla dost olanlar hızla düşmanlaşmakta, taktik ilişkiler ve geçici ittifaklar sürekli değişmektedir. Hatta çelişkilerin boyutuna göre stratejik ortaklıklar ve ilişkiler de dahi ciddi arızalar çıktığı görülmektedir. Ortadoğu’da baş oyuncular emperyalist güçlerdir. Bunlardan özellikle ABD ve Rusya baş aktördür. Diğer emperyalistler ise sürekli fırsat kollayan, olanaklarını genişletmeye çalışan bir konumlanış içindedir. Bölgesel devletler (özellikle Türkiye, İran, Mısır, Suudi Arabistan) ikincil aktörler konumundadır. Yine farklı farklı güç ve olanak içinde devletleşmemiş örgütlenmelerde (Barzani, Talabani, PKK, Hizbullah vs. yanında IŞİD ve türevleri gibi dönemsel hareketlerde sürekli ve yaygın olarak ortaya çıkmaktadır) süreci etkileyen faktörler konumundadır. Ancak tüm bu tablo içinde ezilen halkların, ulusların ve mezheplerin ciddi bir mücadele dinamiği oluşturduğunu görmekteyiz. Özellikle ezilen Ulus ve mezheplerin hakları noktasında direniş ve mücadele de sebatkar tutumu ve azmi umut vermektedir. Yine anti-emperyalist damarın daha fazla güçlendiği ve neredeyse ortaya çıkan her gerici hareketin dahi bu damardan beslenmek için çırpındığını görmekteyiz. Çünkü bu anti-emperyalist damar olmaksızın ezilen halkların ilgisini çekmek mümkün görünmemektedir.
Referanduma Giden Yolların Bölgedeki Taşları
Tüm bu tablo içinde son süreçte Kürtler cephesinde, özellikle dört parçada da ciddi gelişmeler yaşanmaktadır. Suriye ve Irak’ta savaş alanında yaşanan ve siyasi alanı da etkileyen gelişmeler Kürtlere yeni güç ve olanaklar sunmaktadır. Rojava kazanımları, Suriye’de en etkili politik-askeri güç konumunda oluşu Kürtlerin bölgesel dengeleri etkileme yeteneği açısından önemli gelişmelerdir. Tüm Kürtlerin son zamanda gözünü çevirdiği önemli bir gelişmede Irak Kürdistanı’nda yaşanmaktadır. Siyasi kriz ve Barzani önderliğinde yapılmaya çalışılan Referandum hamlesidir. Barzani bir süre önce 25 Eylül’de “bağımsızlık referandumu” yapılacağını ve Kürtlerin bağımsız devlet için tercihlerini yapması gerektiğini ilan etti. Bu eksende özellikle Irak Kürdistanı’nda yaşanan siyasi krizi de içine alacak şekilde Referandum tartışılmaktadır.
Mesut Barzani bu referandum için uzun sayılacak bir süre diplomatik çalışma gerçekleştirmiştir. Türkiye, İran, AB, ABD, İsrail, Körfez ülkeleri ekseninde gerçekleşen diplomasi çalışması, yine Musul’daki gelişmeler ve Irak devletiyle yaşanan çelişkilerin toplamında Haziran başında Pirmam’da Irak Kürdistanı siyasi temsilcilerin önemli bir kısmının katıldığı bir toplantı sonrası, referandumun 25 Eylül’de yapılacağını ilan etti. Goran ile Komel (İslami Topluluk Partisi) temsilcileri hariç önemli parti ve hareketler bu toplantıda yer aldı. Bu şekilde Kürt partilerinin ortak iradesi gibi yansıyan bir referandum kararı ilan edilmiş oldu.
Referanduma giden sürecin birçok nedeni söz konusudur. Zira Barzani uzun zamandır somut olarak “Bağımsız” Kürdistan ve bir Kürt devleti talebini dillendirmekte, ancak bunun şimdilik sadece bir “hayal” olduğunu ifade etmekteydi. Ancak bu söylemlerden birkaç yıl sonra şimdi “bağımsız Kürdistan” kurulacağı ekseninde bir propagandayla Referandum gerçekleşmektedir. Kuşkusuz “hayalden” “gerçeğe” bir geçiş olup olmadığına yakından bakmak ve sorunu niteliğiyle birlikte analiz etmek gerekmektedir.
Referanduma kadar gelen sürecin özellikle Irak merkezi devletiyle yakın zamanda yaşanan gerginliklerden beslenmesi söz konusudur. “Hayal”den gerçeğe hızla gelinmesinde bu çelişkiler önemli bir yer tutmaktadır. Musul’un IŞİD tarafından ele geçirilmesi devamında Maliki hükümetinin saldırgan ve şoven politikasının daha fazla hedefe konulmasına politik iklimin el vermesi; yine Kerkük meselesinde Irak merkezi devletiyle yaklaşık 3 yıldır yaşanan somut gerginlik ve sürekli tırmanan karakteri ciddi faktörlerdir. Irak Anayasasının 140. Maddesine göre Kerkük’ün statüsünü belirlemeye yönelik Barzani ve Maliki arasındaki çelişki, Irak devletinin engelleyici tutumuyla tırmanmıştır. Barzani bu gerginliği fırsata çevirerek, Türk Devletinin de cesaretlendirmesiyle I.Kürdistan bölgesinde çıkan petrolün ticaretini merkezi devleti yok sayarak gerçekleştirmeye başlaması, petrol botu hatları anlaşmaları girişimleri iplerin daha fazla gerilmesine neden olmuştur. IŞİD’in Irak’ta elde ettiği başarılar ve iç çelişkilerin keskinleşmesi, Irak devletinin Kürtlerle bu gelişmeleri göze alarak karşı karşıya gelme siyasetini dizginlemiştir. ABD emperyalizminin ve İran’ın müdahaleleriyle çelişkinin sembolik olarak bir tarafı olan Maliki Başbakanlık görevini bırakarak bir adım geriye çekilmeye mecbur kalmıştır. Kuşkusuz sadece Kürtlerle yaşanan bir gerginlikten bu sonuç çıkmamıştır. Ancak bu gelişme çelişkinin bir yanını oluşturan Barzani ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi için avantaj olmuştur. Zira ABD ve İran müdahalesi Kürtlerin önemini daha fazla açık etmiştir. Bunun yanında gerginliğin ürettiği ayrılma olanaklarının olgunlaşmasının da, bu hamleyle geçici olarak duraklatılması anlamına gelmektedir. Çünkü hem egemen ezen Arap ulusunun temsilcileri hem Ezilen Kürt ulusunun temsilcileri hem de ABD emperyalizmi için zamansız bir gerginlik ve olası çatışma ve ayrılmaya giden yolların döşenmesi tüm bölge için yeni tehlikelerin oluşması anlamına gelmektedir.
Irak’ta iç dengelerin ciddi sarsıntıya yol açmasında, Barzani’nin politikalarının şekillenmesinde Suriye’deki gelişmeler yanında özellikle Türk Devletinin bölgesel politikası ve Kürtlere hamilik yapmaya çalışan tutumunun ciddi bir etkisi olduğuna değinmekte fayda var. Çünkü Barzani ile kurulan ilişkiler ve Şii Maliki’ye karşı TC’nin aldığı konumlanış Barzani için gerginlikte daha cesaretli davranması için olanaklar sunmuştur. 2013’de TC bu noktada ciddi hamleler yapmıştır. Kasım 2013’de Amed’te Barzani ile Erdoğan’ın gerçekleştirdiği görüşme hatırlanmalıdır. Erdoğan kendileri için tabu olan “Kürdistan” kavramını kullanmış, Irak Kürdistanı bayrakları görüşmede yer almış ve görüşme Kürtler için sembol olan Amed’de yapılmıştır. Bu TC’nin “Kırmızıçizgi” diye tanımladığı yöneliminden “hamilik” şartıyla, kendine biat koşuluyla vaz geçeceğine yönelik güçlü mesajlar olmuştur.
Barzani, 2017 Haziran sonunda Washington Post’a yazdığı makalede “Aşılan yüz yıllık süreçte Kürtlerin Irak’la birleştirilmesi girişimleri sadece Kürtler açısından değil, Iraklılar açısından da başarılı olmamıştır” demektedir. Ve buna dayanarak referandum ilanına gidilmiştir. Kuşkusuz Barzani’nin tespiti tarihsel olarak doğrudur. Ama bunun da ötesinde ezen ve ezilen ulus bağlamında haklılık içermektedir. Irak devletinin bütünlüğü adı altında Kürt ulusunun ezilen bağımlı ulus olarak kalması koşulları yaratılmıştır. Kürtlerin Özgürce Ayrılma Hakkı (Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı) gasp edilmiştir. Özgürce Ayrılma Hakkı tanınmaksızın ulusların bir arada yaşama koşulunun özgürlük içermeyeceği, zorlamaya dayalı bir birliktelik olacağı açıktır. Barzani bu sözü bir tarihsel gerçeklikten çok içinden geçilen süreçte yapılacak hamleye meşruiyet kazandırmak için ifade etmektedir. Bu sözler artık bir arada yaşama koşullarının federasyon şeklinde de olsa kolay olmadığına dair Referanduma referans yapılan politik bir hedefi taşımaktadır.
Referanduma Giden Yolların İçerdeki Taşlar
Barzani’yi referanduma taşıyan bir diğer meselede Irak Kürdistan Bölgesindeki çelişkiler, siyasal kriz ve gelişmelerdir. Özellikle Irak Merkezi Devletiyle petrolün satışına dair yaşanan siyasi kriz sonrası Ekonomide önemli sorunlar boy vermiştir. 2015’ten bu yana kapalı olan Kürdistan Bölgesel Yönetim Parlamentosu’nda, ikinci parti olan Goran Hareketi önderlerinin I.Kürdistanı’nda ki ekonomik duruma dair somut analizleri dikkat çekmektedir. Barzani’nin 2014 yılından bu yana sadece ve sadece kendisini güçlendirmeye yönelik hareket ettiğinin altını çizen Goran, Irak Kürdistanı’nda derinleşen bir ekonomik kriz olduğunun, bugün bölgedeki Kürt nüfusunun sadece %35’inin günde 3 öğün yemek yiyebildiğinin, işsizlik oranının %20 olduğunun, şu ana kadar Barzani ailesi ve KDP’nin çıkarları doğrultusunda Irak Kürdistanı’nda faaliyet yürüten hazır beton, alüminyum, mobilya ve işlenmiş demir fabrikaları dahil olmak üzere 3500 fabrikanın kapatıldığının altını çiziyor.
“Paramız yok değil, hırsızımız çok” sözü Barzani’ye karşı adeta bir slogan haline getirilmiştir. Diğer yandan mevcuttaki Barzani önderliğinde varlığını sürdüren hükümet 2 yılı aşkındır kendi memurlarının ve Peşmerge’lerinin maaşlarını verememektedir. Bunu Türkiye ve Irak’la ticaret yapan, Rusya ile petrol anlaşması imzalayan ve ilk ödemesini peşin alan Barzani hükümeti yapamamaktadır. Barzani’nin etrafında kümelenen egemen sınıfların rüşvet ve yolsuzluğuna dair ise kimsenin şüphesi dahi yoktur. Nihayetinde Bölgesel Yönetim bir ekonomik kriz içindedir. Bu halkın yaşamına olabildiğince keskin yansımaktadır.
Ancak bu ekonomik krizin yanında süren daha boyutlu bir siyasi kriz söz konusudur. 2015’den bu yana Barzani fiilen anayasayı askıya almıştır. Görev süresi dolan Barzani oldu-bitti ve gerici bir siyasal sistemle yönetimini sürdürmektedir. Parlamento askıya alınmış, işlemez hale getirilmiştir. Barzani’nin Başkanlığının kendisi tartışmalı haldedir. I.Kürdistanı’nda bunun ortadan kaldırılması için bir iç mücadele hali hazırda sürmektedir. Bunun yanında özellikle Türk devletiyle Rojava politikasındaki ortaklık, IŞİD saldırıları karşısında Şengal’i savunmasız bırakması hatta terk etmesi, Türkiye Kürdistan’ı politikasında Tayyip Erdoğan’ın önderliğindeki katliamcı, inkarcı ve imhaya dayalı politikanın desteklenir durumda olması ve PKK’ye yönelik “hasmane” politikalar krizin ciddi parçalarıdır. Barzani önderliğindeki yönelimin hem I.Kürdistanı’nda hem de tüm Kürt güçleri içinde yarattığı rahatsızlık ve yürüyen mücadele Barzani’yi sıkıştıran ve zorlayan bir niteliğe sahiptir. Üzerinde oluşan bu baskı ortamında Referandumun gündeme geldiğini buraya not düşmekte fayda var. Zira böylesi bir iklimde Referandumun gündeme getirilmesini her renkten Barzani’ye muhalefet eden siyasi oluşumlar “bir oyun olarak” tanımlamaktadır. Barzani’nin kendisini kurtarmak, ciddi düzeyde sarsılan itibarını kazanmak için kurguladığı bir oyun.
Özgürce Ayrılma Hakkı, Kayıtsız Şartsız Desteklenir!
Referandumun amaç ve hedefinin gerçekten “bağımsız bir Kürt devleti” için atılmış ilk adım olup olmadığına da bakmakta fayda var. Öncelikle şunu belirtelim ki biz MLM’ler ezilen Ulusun Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkını kayıtsız şartsız destekleriz. Bu eksende ezilen ulusun barışçıl ya da savaş yoluyla bu hakkı elde etmesi mücadelesini meşru bir hak olarak tanımlarız. Bu hakkın teslim edilmesi için bu mücadeleyi destekleriz. Referandum yolu da Özgürce Ayrılma Hakkının gerçekleşmesi için bir yoldur. Bu temelde yapılacak bir referandumu doğru ve bir hak olarak Komünistler tanımlar. Bu ulusun özgürce ayrılma hakkı koşullarının “gerçekten sağlanmasından” bağımsız olarak, ezilen bağımlı ulus statüsünün ortadan kaldırılmasına olanak sağlaması itibariyle hak ve meşru olarak görülür. Ancak ulusal sorunun emperyalizm ve proleter devrimler çağında bir iç sorun olmaktan çıkıp dış sorun haline gelmesi olgusuna da gözünü kapatamaz. Bu perspektiften yani emperyalizm olgusundan koparamaz. Bu eksende sorunu ezilen ulusun özgürlüğü meselesinden ele alır. Ezilen ulusun gerçekten “özgürleşme” koşullarını, ulusal hak ve özgürlük mücadelesini emperyalizmle kurulan ilişki ve anti-emperyalist karakterine bakarak tanımlarız. Emperyalizmle bağımlılık ilişkisi temelinde ezilen bağımlı ulusun “özgürleşemeyeceğini”, ancak ezen ulusun boyunduruğundan kurtulup doğrudan emperyalizmin boyunduruğu altına gireceğini söyleriz. Bundan dolayıdır ki “Ulusal özgürlük” mücadelelerini proleter devrimlerin parçası görür, bu sorunu ezilen ulusun burjuvazisinin taşıma yeteneğini kaybettiğini savunarak proletaryanın sorumluluğu olarak tanımlarız. Bunlar temel Leninist görüşlerdir.
Ancak emperyalizme bağımlılık ilişkisi içinde de ezilen ulusun ezen ulus boyunduruğundan kurtulma koşulları olduğunu kabul ederiz. Ama bu “çözümde” ulusal sorun sadece biçimsel değişime uğrar. Ezen ulusun boyunduruğundan yani bağımlı ulus statüsünden çıkıp emperyalizmle kendi siyasi egemenliği altında yarı-sömürge statüyü kabul eden bir biçime bürünür. Bu durum kuşkusuz ezilen ulus açısından bir önceki durumdan farklıdır. Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı meselesinde kısmi bir çözümü içerir. Kısmi diyoruz; çünkü emperyalizm çağında ulusal sorun bir dış sorun olarak şekillenmekte, emperyalizme bağımlılık “ulusun” özgürlüğünü sağlamamaktadır. “Siyasal egemenliğin” sağlanmış olması emperyalizmden kaynaklanan ulusal çelişkinin ortadan kalkmasını engellememektedir. Bu anlamda ezen ulusun boyunduruğundan kurtulmak ulusun diline, kültürüne ve kendi pazarına hakimiyetini getiren ve önündeki egemen ulus boyunduruğundan kurtaran bir toplumsal ilerlemeye tekabül ederken; emperyalizmle kurulan ilişkide kendi pazarının emperyalizme sunulması, siyasal bağımlılık, emperyalist mali sömürüyle işbirliği, emperyalist kültüre ve egemenliğe ulusun bağlanması gibi durumlar bir siyasal gericiliktir. Stalin yoldaş ulusal mücadele ve sorunun, emperyalist mali sömürünün “siyasal köleleştirilmesi ve kültürel kişiliksizleştirilmesine” karşı savaşımla (Stalin Cilt-7 syf:182) ancak gerçek çözümü içerdiğini vurgulamıştır. Biz gerçek anlamda ulusun özgürleşmesini bu savaşımdan, bu amaç ve hedeften kopararak ele alamayız ve almıyoruz. Buna sadık kalarak çözümün özüne dair yaklaşımımızı ortaya koyuyoruz.
Her Şey “Bağımsız Kürdistan” İçin Mi Gerçekten?
Bu genel yaklaşımımızdan sonra somut referandum meselesine gelecek olursak. Birincisi, bu referandum ezilen Ulus burjuvazisinin gerici kesimini temsil eden Barzani’nin ifade ettiği gibi, bir “siyasal bağımsızlık” ya da “kendi kaderini tayin hakkını” içermemektedir. Bu bir nevi bağımsızlık meselesine dair kamuoyu yoklaması niteliği taşımaktadır. Zira referandumda çıkacak sonucun gerçekleşeceğine dair Barzani bir taahhüt sunmamaktadır. Ortaya “bağımsız devlet istemine evet çıkarsa her ne pahasına olursa olsun bu gerçekleşecektir” duruşu göstermemektedir. ABD emperyalizminin karşı çıkması durumunda bundan derhal vazgeçeceğini üç yaşındaki bir Kürt çocuk bile bilir. Irak devletinden fiili ya da hukuki temelde bir ayrımın gerçekleşmesi anlamına gelmemektedir. Irak devleti kabul etse de etmese de buna uyulacağı söylenmemektedir. KDP’nin üst düzey yöneticisi ve eski Irak dış işleri bakanı Hoşyar Zebari, “evet sonucunun otomatik bir bağımsızlık ilanı anlamına gelmediğini” ilan etmiştir. Ki Irak Devleti bu referandumu tanımadığını ifade etmiştir. Bu durumda referandum ezen ulusun temsilcileri ve ezilen ulusun temsilcilerinin mutabakatıyla olan barışçıl bir referandum değildir. Soruna bütünlüklü bakıldığında Referandum Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkına dair bir muhtevada değildir. Ki Barzani’nin tanıdığını ifade ettiği Irak Anayasasında Kürt Ulusuna Kendi Kaderini Tayyin Etme hakkı söz konusu edilmemiştir. Barzan’i T-24’de 8 Eylül’de yayınlanan röportajında ilgili anayasanın uygulanmamış olmasından şikayet ederek, bu referandumun bunun uygulanmasında basınç oluşturacağını umduğunu söylemektedir. Oysa ilk başta yapılacak olan bu anayasanın bu haliyle tanınmadığının ifade edilmesidir. Barzani bu çelişkiyi ortadan kaldıran bir tutumdan uzaktır.
İkincisi, referandum yani Kürt Ulusunun özlem ve isteğine tekabül eden “bağımsızlık” oylaması, gerici Kürt burjuvazisi-aşiret ve toprak ağalarının egemen kesiminin kendi politik sıkışmışlığında kullanmak istediği bir araç konumundadır. Barzani’de temsilini bulan bu gerici siyasi çizgi Kürt ulusunun tam hak eşitliği temelindeki özlem ve isteklerini kendi sömürü ve egemenlik çıkarına güç taşıması için basit bir araca dönüştürmektedir. Bu eksende yukarda “kısmi” diye ifade ettiğimiz yanıyla bile ezilen ulusa ezen ulus karşısında tam hak eşitliği sağlamamaktadır. Referandum sadece bu gündem ekseninde Barzani’nin siyasi emellerinin payandası niteliğindedir. Ki Barzani’nin kendisi de buradan çıkacak sonuçla Irak Merkezi hükümetiyle pazarlığa gireceğini ifade etmektedir (8 Eylül T-24 İnternet sitesinde yayınlanan röportajdan). Bir ulusun özgürlük ve bağımsızlık hakkı ve istemi bir siyasi gericiliğin-burjuva milliyetçiliğinin ipoteği altına alınmayacak kadar önemli bir meseledir. Kürt ulusunun siyasal bağımsızlık ve özgürlük talebi, mücadelesiyle ve ödediği bedelle sabittir. Emperyalistlerin denetiminde, Ezen ulus egemenleriyle pazarlık haline getirilemeyecek kadar tarihsel bir ağırlığa ve öneme sahiptir.
Üçüncüsü, emperyalizmle ve onun bölgesel işbirlikçi devletleriyle tam işbirliği içinde hareket eden Barzani’nin “Bağımsız devlet” ve Özgürce Ayrılmanın gerçekleşmesini sağlayacak niteliği söz konusu değildir. Barzani’nin emperyalizmle olan ilişkisi ve yarattığı bağımlılık Kürt ulusuna emperyalist mali sermaye karşısında “siyasal köleleştirme ve kültürel kişiliksizleştirme”nin dayatılmasıdır. Komünistler ulusal sorunun bu şekilde tam çözüme kavuşmayacağını ve buna karşı ulusun bir savaşıma girmesi gerektiğini savunur. Var olan referandum bu gerçeği gizleyen, Kürt ulusunun özgürlük mücadelesini emperyalist mali sermayeye bağımlılığa yedekleyen bir siyasi öze sahiptir. Barzani, emperyalistlerle kurduğu Komprodorluk ilişkisine engel ve sınır tanımayan, tam bir hakimiyet sağladığı koşullar peşindedir. Bu eksende ulusal özgürlük meselesi onun bu gerici emellerinin bayrağı altında Kürt halkını toplamayı içermektedir. Oysa istediği emperyalizme bağımlı yarı-sömürge bir devlettir. Emperyalistler buna izin ve onay verdiği ölçüde Bağımsız Kürdistan mücadele konusu olmaktadır. Buna onay vermediği noktada ise “hayal” tanımı yapmakta; sabırla beklemeyi tercih etmektedir, Kürt ulusuna telkin etmektedir ve mücadele yürüten hareketleri ise suçlamaktadır.
Dördüncüsü, Federatif bir sistemin parçası olan “Kürdistan Bölgesel Yönetiminin” siyasi sistemi var olan yapısıyla anti-demokratiktir. Barzani’nin ve temsil ettiği sınıfların siyasi temsilcileri demokratik muhtevada olmayan bir diktatörlük inşa etmek istemektedir. Diğer siyasi yapılar çeşitli nedenlerle sınırlanmakta, baskı altına alınmaktadır. Var olan durum bu açıdan da sorunludur. Emperyalizmle kurulan ilişki ve anti-emperyalist olmayan yapı, siyasi sistemini de ulusun demokratik hak ve özgürlüklerine yönelik kullanamaz. Geniş halk yığınlarına bu karakterinden kaynaklı baskı, şiddete dayalı demokratik olmayan siyasi rejimi reva görür. Barzani bu siyasi nitelikleriyle gerçekleştirdiği referanduma kendisi gölge düşürmektedir.
Bir bütün olarak Referandumun amaç ve hedefi Kendi Kaderini Tayin Hakkına yönelik bir oylamadan çok, politik sıkışmışlığın, Kürt ulusunun özlem ve istekleri kullanılarak bir yönetme biçimine ve kendi dar siyasal-ekonomik hesaplarına yönelik çıkara dayandığı izlenimi vermektedir. Ki bu noktada özellikle PKK, Goran Hareketi ve YNK içinden yükselen itirazlar dar hesaplara Ulusal çıkarların alet edildiği yönlüdür. Bu bağlamda Kürtlerin diğer siyasi temsilcilerinin ciddiye alınmaması, destek ve önerilerine kapalı olunması da başka bir açmaz olarak Referandum için durmaktadır.
Referanduma dair emperyalistlerin ve bölge devletlerinin tutumu ve hesapları da dikkat edilmesi gereken yönleri içermektedir. Zira “bağımsız Kürt devletinin” ilan edilmesi bölgesel dengelerin tümüyle değişmesi, 100 yıllık Ortadoğu sisteminin parçalanmasına dair en ciddi gelişme olarak kaydedilecek özelliklere sahiptir. Bu bağlamda emperyalistlerde temkinlidir. Özellikle referanduma dair bir temkinlilikten çok, “Kürt devletinin” gerçekleşmesine dair bir temkinlilik durumundan bahsetmek gerekir. ABD emperyalizmi Irak’ın parçalanmasını şimdilik istememektedir. Çünkü bu durumda Irak’ta kurduğu egemenliğine dair ciddi çelişkiler ortaya çıkacaktır. İran’ın etkisini kırmak için Irak’ın birliğine ABD şimdilik ihtiyaç duymaktadır. Bu sebepten Kürtlerin devletleşerek Irak’tan ayrılması var olan politik dengelerde işine gelmemektedir. Ama daha da önemlisi yepyeni çelişkilerin ortaya çıkmasına, yeni bir sistem arayışının güçlü şekilde aranmasına olanak sunacak bir gelişme olacaktır. Ortadoğu sisteminin hala egemen gücü olan ABD’nin siyasi sınırları koruyarak çelişkileri yönetme isteği söz konusudur. Bu anlamda Suriye gibi hasım bir ülkenin bile parçalanmasını erken gören bir tutuma sahiptir. ABD emperyalizmi siyasi sınırların parçalanasının kendi belirlediği ve egemenliğini pekiştirecek koşullar sağlandığında ancak destekleme konumuna gelecektir. O aşamanın bugün olmadığı görülmektedir. Ama toplumsal çelişkilerin de mühendislikle şekillenmeyeceği açıktır. Bu eksende referandumdan kaygılansa da kontrolü kaybetmesine neden olan bir gelişme olarak değerlendirmediği aldığı tutumdan tespit edilebilir. Öyle bir durumda bu referandumu engelleyecek güce sahip olduğu, Barzani’yle o ilişkinin söz konusu olduğu unutulmamalıdır.
Türk Hakim Sınıflarının Osmanlı Oyunu Ve Bütün Kürtleri Parya Yapma Hesabı
Referanduma itiraz eden bir diğer devlette Türk devletidir. Ancak Türk egemen sınıflarının referanduma dair itirazlarının üst perdeden olmadığı, Devlet Bahçeli ağzıyla Kürtlere hakaret eden rutin söylemlerin ötesine geçilmediği görülmektedir. Ki oda hali hazırda yürüyen büyük gerici şovenizm kampanyasının sadece süsü olmaktadır. Türk devletinin uzun süredir Barzani yönetimiyle ekonomik, siyasi temelde kurduğu ilişkiler ve Kürt hamiliğine soyunan politikasına Barzani’nin göz kırpması bu sorunda Türk egemenlerinin rahat davranmasına neden olmaktadır. Kürt devletine karşı aldığı konumlanışı ifade etse de, Referanduma dair itirazları oldukça düşük profillidir. Türk hakim sınıflarının Barzani’yi perde arkasında cesaretlendirdiğini söylemeye müsaade edecek çelişkiler olduğunu da vurgulayalım. Hemen belirtelim ki bu referanduma en güçlü karşı çıkış İran’dan gelmektedir. İran hem Irak üzerindeki etkisinden kaynaklı nüfuz alanını daraltmak istememektedir, hem de İran Kürdistanı’nı böylesi bir gelişmenin etkilemesinden korkmaktadır. Bu bağlamda referanduma en güçlü karşı çıkışı göstermektedir.
Türk devletinin İran’la bölge üzerindeki siyasi rekabeti her ne kadar söz konusu Kürtler olunca, ortak düşmana karşı mücadeleye dönüşse de, bu referandum özgülünde başkalaşmaktadır. Kendini tehdit etmediği ve kendi hamiliğini kabul ettiği sürece İran ve Irak’ı zayıflatmaya neden olacak her gelişmeye kapısını aralayan bir bakış açısına sahiptir Türk hakim sınıfları. Esasında T.Kürdistanı’nı da etkileyecek bu gelişmeye bölgede kendine biçtiği rolün işlevli kılınması pahasına göz yumacak bir hırs ve tutum söz konusudur. Bölgedeki gelişmeler istediği gibi gitmemekte adeta bir tıkanma yaşamaktadır. Bölgede hayata geçirmeye çalıştığı politika esasta çökmüştür. Bu durum onu Barzani’ye daha fazla yakınlaştıran nesnelliğin yatağıdır. Bu durumda Barzani ile daha sıkı bir işbirliğine kendini zorunlu görmektedir. Kendi sınırlarında ki Kürt düşmanlığını, bir Kürt olan Barzani ile dostluk görüntüsüyle dengelediği gibi, Barzani’nin siyasi çizgisine paralel bir yönelimi PKK benimsediği takdirde masaya oturacağına dair politik mesajlarda vermektedir.
Türk hakim sınıfları bu referandumun belirsiz karakterini bölgede kendine bir alan açma olarak kullanma hesabı yapmaktadır. Özellikle Barzani ile Irak-İran hattında yaşanacak bir gerginlik bir çatışma ortamında kendine fayda görmektedir. Bu durumdan faydalanacak ikili bir siyaset izlemektedir. Ön perde de referanduma ve Kürt devletine itiraz ederken, arkadan referandumdan faydalanmaya çalışan bir siyaset gütmektedir. Böylece Kürtlerle, Irak ve İran ekseninde yaşanacak gerginlikte Kürtler üzerinden hamiliğini pekiştirme, onları kendine daha fazla bağımlı kılma; diğer yandan ise Irak ve İran’ı zayıf düşürme ve yeni sorunlarla boğuşmasını sağlama hesabı yapmaktadır. Kuşkusuz Barzani’nin böylesi oyuna bir çıkar hesabı yapmadan gelmesini beklemek saflık olur. Barzani’nin bu noktada TC’nin zayıf itirazlarına ve hatta zımni (örtülü) desteğine duyduğu ihtiyaç karşılığında PKK’ye ve Kürt ulusuna, Rojava’ya yönelik faşist politikalara aynı zımni desteği sunduğu ve Türk hakim sınıflarına daha fazla ekonomik olanak açtığı da görülmektedir. Yani Türk devletinden referandum için alınan zımni destek karşılığında faşizmin Kürt kanı dökmesine, Kürtleri yok saymasına aynı zımni destekle karşılık vermektedir.
Barzani kuşkusuz kendi egemenlik alanına meşruiyet sağlama da Türk desteğini sağlaması önemlidir. Politikasına hayat verme olanağı yaratmaktadır. Bu temelde iki tarafın “kazan kazan” diyebileceğimiz bölgesel düzeyde ve ulusal ölçekte çıkarları bu referandum da çakışmaktadır.
Sonuç olarak, biz Kürt ulusal mücadelesinin ve Kürt ulusunun özgürlüğünü sağlayacak gelişmelere karşı duyarsız kalmak bir yana bu eksende T.Kürdistanı’nda kendimizi politik özne diğer üç Kürdistan parçasın da ise uluslararası dayanışma bağlamında aktif destekçi olarak görüyoruz. Bu yaklaşıma uygun olarak politikamızı ve yönelimimizi belirliyoruz. I.Kürdistanı’ndaki referandumun Kürt özgürlük mücadelesine ve Kürt ulusuna esasta siyasal olarak katkı sunmaktan çok, Kürt özgürlük mücadelesini ve Kürt ulusunun gerçek kurtuluşunu karartacak bir siyasi öze sahip olarak değerlendiriyoruz. Bu neviden referandumları Kürt ulusunun hakkı olduğu noktasında hiç tereddüt edilmemelidir. Bu hakka yönelik ezen ulus saldırganlığına ve engellemelerine karşı mücadeleyi şovenizme karşı yürütülmesi gereken, ezen ulusun ezilen ulus üzerindeki ayrıcalıklarını gerici temelde koruması olarak değerlendiriyoruz. Ancak Kürt ulusuna karşı gerçekleri ve gerçek kurtuluşu proletaryanın bakış açısıyla anlatmayı da esas ve asli görevimiz olduğunu da asla unutmuyoruz. Bu durumlarda gerici burjuva-feodal anlayışların Kürt ulusunu kendi çıkarları için yedeklemesine karşı ideolojik-politik tutumu net ve hesapsız koymanın zorunlu olduğunu da ifade ediyoruz. Lenin yoldaşın tamda bu bağlamda “Proletarya, burjuva milliyetçiliğinin gelişmesine destek olamaz; tersine o, ulusal farklılıkların silinmesine ve uluslararası engellerin yıkılmasına, milliyetler arasındaki bağları sağlamlaştıran her şeye, ulusların birbirleriyle kaynaşmasına yardım eden her şeye destek olur. Başka türlü davranmak, gerici milliyetçi küçük-burjuvazinin yanında yer almak olur.” diyerek ezilen ulusa özgürlük adına ezilen ulusun kandırılmasına ve milliyetçilik bayrağının kutsanmasına itiraz edilmesi gerektiğini salık vermiştir.
Biz referandumu meşru ve bir hak olarak değerlendirsek de, araçsallaştırıldığı gerici politik çıkarlardan kaynaklı mahkum edilmesi gerektiği düşüncesindeyiz. Kendi Kaderini Tayin Hakkı, Kürt Ulusunun tarihsel hakkıdır. Bu uluslar arasındaki eşitliğin, emperyalizmin “siyasal köleleştirme ve kültürel kişiliksizleştirme”sine karşı verilecek savaşımla tam yerine getirilmesinin mümkün olduğu bir muhtevayla ele alındığında gerçek politik anlamına kavuşacaktır. Bu nitelikten uzak gerici-burjuva yaklaşımların oyuncağı yapılmayacak, emperyalizme ulusun özgürlüğü tepsiyle sunulmayacak bir özgürleşme mücadelesinden yana taraf alıyoruz ve onun parçası olarak kendimizi görüyoruz.