Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) açıkladığı rapora göre 2016 yılında soğuk savaş sonrası dünya genelinde silah ticaretinin en yüksek boyuta ulaştığını açıkladı. 2012-2016 yılları arasında silah ticareti %8,4 oranında artmış durumda. En fazla silah ihracatı yapan ülkeler sırasıyla ABD, Rusya, Çin, Fransa ve Almanya. En fazla silah satın alanların başında ise Asya ve Ortadoğu ülkeleri geliyor. Burada da liste Suudi Arabistan, BAE ve Türkiye olarak sıralanıyor.
Silah ticaretinde en büyük payı %33 ile ABD almaktadır. Dünyanın en az 100 ülkesine Amerikan malı silah satılıyor. Rusya’nın bu pastadaki payı %23 dolayında ve son 5 yılda silah satışlarını %74 oranında artıran Çin, bu piyasadaki %6,3’lük payıyla en fazla silah satan 3. ülke durumuna geldi. Fransa %6 Almanya’nın toplam silah ihracatındaki payı ise %5,6 olarak belirlenmiş.
Bu verilere bakıldığında silah alım ve satımlarında muazzam bir yükseliş olduğunu görebiliyoruz. Elbette ki bizler için önemli olan bu verilerin arka planındaki neden ve sonuçları doğru okumak olmalıdır. Dünya genelinde yaşanan ciddi bir siyasi ve ekonomik kriz söz konusu. Bilindiği üzere Emperyalist-Kapitalist sistem genel olarak bu tür krizleri önlemek ve sarsıcı etkilerini gidermek için savaş ve sömürü yöntemlerini devreye sokarak aşmaya çalışır. Kendi hegomonik ilişkilerini sürdürebilmek ve silah ticaretinde kar elde etmek için sürekli bir silahlanmaya gitmektedir. Bir taraftan silah satışı ve ticaretiyle hegomonik ilişkilerini güçlendirirken diğer taraftan da gelişen silah sanayi sayesinde yaşadığı kriz ve durgunluk sürecine bir nefes borusu açmaya, ekonomiyi canlandırmaya çalışmaktadır emperyalist ülkeler.
Diğer bir önemli neden ise silah gücü ile kapasitesi yönünden emperyalist ülkeler arasındaki rekabet ön plana çıkmaktadır. Özellikle ABD’yi silah sektörüne yönelten önemli nedenlerden biri de bu rekabettir. Zayıflayan gücünü tekrardan almak ve güçlenen diğer emperyalist güçlerin önünü kesmek, onlara gözdağı vermek, gücünü ispatlama savaşıdır bu dalaş aynı zamanda. Örneğin; Çin’in Asya’da artan ekonomik gücü ve önlenemeyen çıkışı, diğer taraftan Ortadoğu da güçlenen Rusya ile aralarında kızışan rekabet ABD’yi daha fazla silah sektörüne yöneltmiş durumda. ABD başkanı Donald Trump’ın savunma bütçesini %10 oranında artıracağını açıklamasının ardından Çin’inde askeri harcamalarını %7 oranında artıracağını açıklaması yine Rusya’nın da bunlara paralel Kırım yarımadasının batı bölgesine “Triumf” adlı S-400 hava savunma sistemi konuşlandırmayı planladığını açıklaması bu güç gösterilerinin önümüzdeki dönemlerde daha da sertleşeceğini göstermekte.
Silah alımının en fazla olduğu yerlere bakıldığında ise emperyalist güçlerin en etkin olduğu ve dalaşların en yoğun olduğu Ortadoğu, Asya ve Afrika ülkeleri olduğunu görüyoruz. Örneğin, Hindistan’ın silah alımları son 5 yılda %43 oranında artmış. Asya ve Okyanusya ülkeleri silah alımlarını %7,7 artırarak silah ithalatında payını %43’e çıkarmış durumda. Ortadoğu ülkeleri ise son 5 yılda %86 oranında silah alımlarını artırarak silah ithalatında ki paylarını %29 çıkarmış. Özellikle Ortadoğu’nun, dünyanın en büyük silah stoklarına sahip olması Emperyalistlerin bu bölgede ki ekonomik, siyasi, sosyal çelişkileri körükleyerek silahlanmaya bir yarış niteliği kazandırmasından ileri gelmektedir. Savunma ve gücünün tesisi iddialarıyla Ortadoğu’nun tüm kaynaklarının büyük bir bölümü bu silahlanma yarışında tüketilmekte. Bölge silah tekellerinin en iyi pazarı konumunda ve buradaki tüm ülkeler en iyi silahlara sahip olabilmek için milyonlarca dolar harcamaktadırlar.
Silah alımlarının en yoğun olduğu ülkelerin bir diğer özelliğinin de emperyalizme bağımlılıkta ortaklaştıklarını ve kendi silah ve savunma sistemini yaratacak teknik donanıma, birikime ve üretim kapasitesine sahip olmamalarının olduğunu, emperyalist ülkelerin bölgede ki sefalet savaşlarını üstlenenlerinde bu bağımlı, işbirlikçi ülkeler olduğunu görüyoruz.
Silah alım ve satımının bu kadar üst boyutlara çıkmasının nedenlerini koymaya çalışırken bir taraftanda Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde halkın çelişkilerinin giderek derinleştiğini, 2010’ da Tunus’ta başlayıp tüm Ortadoğu’ya yayılan ve geçici olarak bastırılan halk isyanlarının hala güçlü bir dinamik olarak varlığını koruyan olması emperyalizmin ve yerli işbirlikçisi egemenlerin korkularını artırıyor olmasını da es geçmemek gerekiyor.
Gelinen aşamada Suriye iç savaşı üzerinden pastadan en büyük dilimi kapma yarışındaki emperyalist blokların birbirlerine çektikleri “restler” ve karşılıklı geliştirdikleri hamleler bölgede ki savaşın ve silahlanmanın daha da boyutlanacağını ve giderek büyüyeceğini göstermektedir. Elbette ki Türkiye’yi bu sarmalın dışında görmemek gerekiyor. Derinleşen ekonomik ve siyasi kriz Kürt düşmanlığı üzerinden geliştirdiği politikalar ve Kürt oluşumunun önüne geçebilmek için giriştiği savaş çığırtkanlığı ve hala pastadan pay alma isteği ve hayalleri ülkeyi maceracı bir savaşın içine sürüklerken Suriye gerçekliğine çevirebilir.
Son olarak diyebiliriz ki, emperyalistler için “bir damla kan bir damla petrol” gerçekliği bugün artık anlamını yitirerek bir damla petrol için daha fazla kana dönüşmüş durumda. Kan ve petrol ise bitmeyecek olan silahlanma ve savaş demek.