Bir devrimci açısından belki de en zor şeydir şehit yoldaşlarını anlatan bir yazı yazmak… Hele de bu yoldaşlarınla sınırsızca, hiçbir kaygı gütmeden her şeyini paylaşmışsan, aynı inanç uğruna, aynı umut uğruna yıllarca birlikte savaşmışsan, hele de acısı çok tazeyse ve hiç kapanmayacağını düşündüğün bir yara gibi hala kanıyorsa…
Günlerdir onları yazmak, anlatmak gerektiğini söyleyip duruyorum; hem kendime hem diğer yoldaşlara. Şehit yoldaşları yazmanın önemini anlatıyor; paylaşımlarımızın ölümsüzleşmesi gerektiğini söylüyorum. Onları anlatmanın; bu halka karşı bir sorumluluğumuz olduğunu, onların düşlerini gerçeğe dönüştürebilmenin bir adımı olduğunu… Yani onları yazarken, yaşamın kendisini yazmayı; dolu dolu, coşkunca, UMUT dolu, ÖZLEM dolu yazmayı…
Bunları söylemenin en zoru da insanın kendinin de böyle bir görevi olduğunu bilmesi, yani söylediklerini kendisinin de yapabilmesidir. Bu bilinçle ben de onları yazmak için günlerdir kendimi zorluyorum. Günlerdir elim varmıyor yazmaya. Yazınca her şey sanki gerçeğe dönüşecek… Rüya gibi gelen o kapkara günler sanki gerçek olacak… Bu kaygı sarıyor tüm bedenimi. Çünkü operasyonun hemen ardından kampa girdik ve henüz diğer yoldaşlarımızı göremedik. Kaç yoldaşımız şehit düştü? Bazılarımız henüz bunu bile bilmiyoruz. Net bildiğimiz ve görebildiğimiz; düşmanın 24 Kasım tarihinde öğle saatlerinde, önce insansız hava araçlarıyla keşif yaptığı, ardından bir saat boyunca uçaklarla ve kobralarla vurduğu, sonrasında indirmeler yaparak 28 Kasım akşamına kadar vadide operasyonu genişlettiğiydi. Ve vadiden ayrılırken beş erkek yoldaşın cenazesini aldığıydı… Bildiğimiz başka bir şey ise uçakların kadın yoldaşların da noktasını vurduğu ve burada Özlem, Zilan ve Ekin yoldaşların ilk uçak vuruşunda şehit düştükleriydi… Bunun dışında beş gün süren operasyon sırasında dinleyebildiğimiz haberlerde “çıkan çatışmada üç kişinin ölü ele geçirildiği” bilgisi vardı… Bütün bunları birleştirdiğimizde kaybımızın çok ağır olduğunu, bunun yaralarını sarmanın şimdiye kadar olanlardan daha ağır olacağının bilinciyle kampa girdik.
Düşmanın halka yönelik saldırılarının sınır tanımadığı zamanları yaşıyorduk. Sıkıyönetim ilan edilmiş, muhalif her ses susturulmaya çalışılıyordu. Saldırıların boyutu sürekli artıyordu. Sokağa çıkma yasakları, yargısız infazlar, katliamlar, gözaltında, hapishanelerdeki işkenceler tüm hızıyla sürerken, gerillaya yönelik imha saldırıları da savaşın acı gerçekliğini bir kez daha gösteriyordu.
Savaşın bu gerçekliğinde onlar ölümü göğüsledi ve şairin dediği gibi; umudun öyküsünü yazmak da bize düştü…
Nasıl yazılır ki onlar. On iki yoldaş. Her biri ayrı bir yaşam, her biri ayrı bir dünyaydı. Hangi birini yazabilir ki insan. Hangi birini birbirinden ayırır… Her biri ayrı ayrı yerlerden, ayrı ayrı acılarla yoğrularak gelmişlerdi. Yolları Dersim’de kesişmişti. Onları Halk Ordusunda birleştiren, kimisi için halkın acılarıydı, kimisi için kadınların sessiz çığlığına ses olmaktı, kimisi için de devrimde sıra neferi olmaktı… Sebepleri farklı farklı da olsa her biri TİKKO saflarında aynı hedefe yöneldi, aynı yolda birbirlerine kenetlenerek yürüdü. Sımsıkı tuttular birbirlerinin elini. Öyle sıkı tuttular ki düşman bile ayıramadı onları…
Yoldaşların çoğu, savaş yürüttüğümüz bu coğrafyanın insanıdır. Dedelerinin, nenelerinin 38 katliam tanıklıklarını dinleyerek büyümüşlerdir. Ve düşmanı iyi tanırlar. Ayrıca her gerilla, Aliboğazı’nın 38 tanıklığını da iyi bilir. Çünkü burada katliam ve direnişin izlerine mutlaka rastlar; girilen bir mağarada eskiye ait bulunan kemikler, çok eskiden kalmış bir çocuk ayakkabısı, bir kayaya saplı kalan mermi ya da o dönemde yaşayan köylülere ait eşyalar ve bunun gibi birçok izler, bu tanıklığın izleridir. Zaman silememiştir direnişin izlerini Aliboğazı’nda. Buraya gelen her gerilla tarihin içinde bulur, hisseder kendini. Orada onun bir parçası haline gelir. ’38 direnişçilerinin çığlıklarını, soluklarını mutlaka hisseder. Onlardan güç alır. On iki yoldaş da Aliboğazı’nda çok şeye tanıklık etmiştir. Tıpkı 24 Kasım’da hepimizin tanıklık ettiğimiz gibi…
Onları anlatmak, çocuk gülüşlerindeki umudu, saflığı anlatmaktır
Kadınlar, bu dağlara sevdalı, bu dağlar da onlara. Kadının savaştaki yerinin daha görünür olmaya başlaması, kadının gücünün farkına varmasıyla gelişiyor. Kadın, özgürlüğü için dağları adımladığında eline silahı aldığında o zamana kadar yaşadığı bütün acılarını da yüklenerek savaşmaya başlıyor.
Onları anlamak için bir kadının tam da umudunu yitirdiği anda yeniden dirilişinin hikayesini bilmeniz gerekir. Onları anlamak için her bir kadın yoldaşın düşmana olan öfkesini, kinini görmeniz, çocuk saflığıyla ağız dolusu, coşku dolu gülüşlerini görmeniz gerekir. Onları anlamak için bir çocuğun gözlerindeki umudu görmeniz gerekir.
Özlem, Zilan ve Ekin yoldaşlar… Kadın örgütümüzün çekirdeğinin oluşturulmasında her üç yoldaşın da ciddi emekleri vardır. Devrimcilikte de gerillada da yeni olmalarına rağmen birçok görevde aktif bir şekilde yerlerini aldılar. Öncü oldular, keşif yaptılar, eylemlerde düşmana kayıp verdirdiler. Kitlelere propaganda yaptılar, onlara umudun, çözümün savaşmak olduğunu kendi yaşamlarıyla gösterdiler. Kadının özneleşmesi için yoldaşlarıyla uzun uzun tartışmalar yürüttüler, örgüt içinde de kitle faaliyetinde de bunun mücadelesini verdiler. Zorlanmaları da oldu, yetmezlikleri de ama umutlarını hiç kaybetmediler. Israrla bu yetmezliklerinin üzerlerine gittiler. Zamanla kendi güçlerini gördüler. “Erkek işi” olarak görülen bu savaşta kadının gücünün nasıl açığa çıkarılacağını, kadınların da her şeyi yapabileceklerini hem pratiklerinde hem de kavrayışlarında gösterdiler. Örgütümüzde kadınların sesi şimdi çok daha gür çıkıyorsa bunda onların payı vardır.
“Ölüm” kelimesi hiç yakışmaz onlara. Onların gülüşleri hala çok canlı bir şekilde yankılanmaktadır bu dağlarda. Bu dağlar onların anılarıyla doludur. Bu anılar, ne bir yazıya, ne bir şiire, ne de bir kitaba sığabilir. Onlar ölümsüzleşti; tarihimizin bu kesitinde yer alan üç kadın yoldaşın; Zİlan, Özlem ve Ekin yoldaşların emeklerini, umutlarını, özlemlerini, düşlerini anlatmak, onları gerçeğe dönüştürmekse bizlere düştü…
Yoldaşların elbette birçok eksiklikleri de vardı. Ama onları birleştiren şey, kadının kurtuluşunun mücadele etmekten geçtiğine inanmalarıydı… Onları birleştiren şey, kadınlara umut olmalarıydı… Onları birleştiren şey, düşmana olan kinleriydi…
Sen gittin gülüşün kaldı bize miras
Zilan deyince herkesin aklına ilk coşku dolu kahkahaları gelir. Herkesin yüzünde bir tebessüm belirir. Hatta bitip tükenmez bilmeyen bu kahkahalar sonucunca gerilla yaşamında çoğunlukla ses uyarısı almıştır. Zilan yoldaş, devrimci yaşamı, örgütü esasta gerillada tanımıştır. Yeni bir yoldaş olmasına rağmen yoldaşlarına, örgütüne bağlılığı, onlara duyduğu güven, birçok görevde onun ileri atılmasını, her şeyi daha çabuk öğrenmesini ve uygulamasını sağlamıştır. Kim olursa olsun iletişim kurmakta hiç zorlanmazdı Zilan yoldaş. Girdiği bir ortamda rahat olması hemen dikkat çekerdi. Bir köyde ya da başka bir örgütle yapılan görüşmelerde Zilan yoldaş, ya yaptığı bir espri ile ya da konuyla ilgili bir fikir belirterek mutlaka kendini hissettirirdi. Kadınların öne çıkması, sorumluluk almaları, herhangi bir görevde başarılı olmaları Zilan yoldaş için çok önemliydi. Bu yüzden kadınların küçümsendiğini hissettiği yerde kesinlikle sessiz kalmaz -fiziksel olarak güçlü olmasını da değerlendirerek- kadınları özellikle fiziksel işlerde küçümseyen erkek yoldaşlarla rekabete girerdi. Yani Zilan yoldaş, yaşadığı her duyguyu yoğunluğuna yaşayan ve bunu hissettiren bir yoldaştır. Zilan yoldaşı tanıyan herkesin onunla ilgili mutlaka söyleyecekleri vardır. Geldiği günden beri bu dağlarda çok fazla iz bırakmıştır. Zilan yoldaş Ovacık Hanuşağı’ndan katılmıştır gerillaya. Köyleri boşaltıldığı için Hanuşağına yerleşmişler ama aslında köyleri Kızılverandır. Zilan yoldaş köyünü çok severdi. Ailesini, hele de babasını öyle çok anlatırdı ki gerillada herkes Zilan yoldaşın bütün ailesini tanırdı. Babasına olan bağlılığı, ablasına, annesine, kardeşine, yeğenine olan sevgisi sürekli sohbetlerin bir parçası olurdu.
Zilan yoldaşın gerillaya gelişi de kendisi gibi özgündür
Günler önceden yoldaşı almak için planlar yapılıyordu. En sonunda nasıl alacağımız konusunda bir plan yapılıp bir grup yoldaş bu konuda görevlendirildi. Yoldaşlar evde aileye hissettirmemek için Zilan yoldaşla gizlice konuşuyorlar ve hızlıca randevu verip geliyorlar. Noktaya geldiklerinde görevi yerine getirdiklerini söylerken aceleden saat vermediklerini hatırlıyorlar. Bu durum gerilla açısından bu ciddi bir sorundur. Hele de katılım alacağımız bir randevu için her şeyin yeni baştan planlanması, yeniden aynı risklerin alınması, köye yeniden gidilmesi demek. Bu gibi durumlar yeni gelecek yoldaşlarda bir güvensizlik de oluşturabilir. Ya da saat verme koşulumuz olmasa bütün gün beklemek gerekebilir… Yeniden bir örgütleme yapılıyor ve yoldaşlar yeniden köye gidip randevu saatini veriyorlar. Geldiğinde öğreniyoruz ki o gün gidip saati söylemeseydik de Zilan’ın her şekilde gelip orda bütün gün bizi beklemeyi planlıyormuş.
Elinde kol çantası, mavi bir tişört, çiçekli bir şalvar ve babet ayakkabısıyla tanıyoruz onu. Zilan yoldaşı. Zilan yoldaş ilk geldiğinde devrimci ortama yabancı biriydi. Partizanları, devrimcileri daha yeni tanıyordu çünkü. O yüzden de konuşmasında ilişkilenmesinde kendine özgü doğallığı hemen dikkat çekiyordu.
Yeni katılan yoldaşlara isim verirken öncelik olarak şehit yoldaşlarımızın isimlerini tercih ediyoruz. Yoldaşa da öncelikle kendisinin önerdiği bir isim olup olmadığını soruyoruz. Zilan ismini çok almak istediğini söylüyor. Biz de PKK şehidi Zilan’ı kastettiğini düşünerek uygun olduğunu söylüyoruz. Zilan’ı Dersimliller iyi tanır. …. Tarihinde Dersim’de yaptığı feda eyleminde ölümsüzleşmiştir. Biz bunu anlatırken o Zilanı bilmediğini bu ismi izlediği bir diziden duyduğunu ve oradaki kadından etkilendiği için almak istediği söylüyor. Biz de o dizilerin bizim mücadelemizin altını boşaltmak, karalamak için yapıldığını, antipropaganda için yapıldığını söylüyoruz. Ve Zila’nın bizim için gerçek anlamını anlatıyoruz. Zilan yoldaş kafasını sallıyor ama söylediklerimizin ne kadar anlaşılıp anlaşılmadığını anlayamasak da “doğal” karşılıyoruz ve kendimiz de daha fazla görev çıkarmamız gerektiğini düşünüyoruz. İsim meselesi sonraki günlerde PKK’li arkadaşlarla karşılaşınca da gündem oluyor. PKK’li arkadaşlarla su almaya gidince karşılaşıyor Zilan yoldaş. Yeni gördükleri için arkadaşlar ismini soruyor. O da Zilan olduğunu söyleyince arkadaşların daha fazla ilgisini çekiyor ve neden o ismi almak istediğini soruyorlar. O da onlara da “ismini diziden aldığını” söylüyor. O anda PKK’li arkadaşlar nasıl tepki verdi bilmiyoruz anladığımız kadarıyla yoldaşın şaka yaptığını sanıyorlar. Zilan yoldaş hiçbir şekilde lafını esirgemediği, aklına ne gelirse söylediği için “neden yalan söyleyim. Ben Zilan’ı tanımıyorum ki” diyerek bize PKK’lilerle diyaloğunu anlatıyor.
Zilan yoldaş özgün bir yoldaştı. Onunla ilk tanışanlar hemen alırdı ondaki coşkuyu. Bakışlarında bir hinlik hissederdiniz bazen. “Kim bilir aklından hangi hinlik geçiyor” diye düşündüğünüzde bir kahkaha patlatırdı.
Zilan, inatçı bir yoldaştı. Bir şeye inandı mı, onu artık bırakmazdı. Yüreği çok genişti. Onun sevgisini hemen kazanabilirdiniz. Herkese yetecek kadar sevgisi vardı. Kolayca onun dünyasına girebilirdiniz. Hiçbir duygusunu gizleyemezdi. Onun yüzünden hemen ne yaşadığını anlardınız. Yufka yürekli diyebileceğimiz yoldaşlardandı.
Zaman zaman zorlanmalar yaşadığında yoldaşlarına olan bağı onu tutardı, güçlendirirdi. Babasına olan sevgisi, özellikle çok yoğundu. Bunu hiç gizlemezdi. Sık sık herkesin gündemine sokardı. Gerillada herkes tanırdı Zilan yoldaşın babasını…. En çok sevdiği “baba bugün alır dağlar” türküsünü her fırsatta Ahmet yoldaştan isterdi.
ÖZLEM YOLDAŞ
“Artık benim de onlarla bütünleşmem gerektiğini sadece dinleyen değil de anlatan olmam gerektiğini, başkalarının umudu olmam gerekliğini anlamıştım”, “Ben artık “dünyası ev olan” bir kadın olmayacağım”… bu sözler Özlem yoldaşa ait. Aldığımız özgün eğitimlerden sonra kendi gerçekliğiyle yüzleştiği bit yazıda kendini anlatmıştı.
Özlem yoldaşı görenin ilk dikkatini çeken şey ufak tefek olması, küçücük bedeni, küçücük elleri ve buna tezat olan kocaman silahıydı…. İlk başta küçücük olan Özlem yoldaşın kocaman bir yüreği olduğunu onu tanıdıkça görürdü herkes…
Bazı isimler bazı yoldaşlara öyle oturur ki sanki kelimenin bütün anlamını üzerinde taşır yoldaşlar. Gelen iki yoldaşa farklı alanlarda olmalarından kaynaklı tesadüfen aynı ismin verildiğini öğrenince Hatayi yoldaş, Özlem adını alıyor.
Özlem yoldaşın yaşadıkları kendi bedenini çok aşan, çoğu kimsenin kaldıramayacağı büyüklüktedir. Öyle acılarla yüzleşmiştir ki bugüne kadar o acılarla yoğrularak gelmiştir örgüte. Yıllardır ısrarla gerillaya katılmak istemesi gücünü, umudunu buraya bağlaması ve gerillaya gelince daha fazla güçlenmesi birçok kadına umut olmuştur.
Çocukluğu gerillalarla geçmiştir yoldaşın. O kadar çok gerilla görmüştür ki günü gelip o gerillalara yoldaş olmuştur. Kendi deyimiyle “bir zamanlar kapının bir tarafındayken artık diğer tarafına geçmiştir….”
Özlem yoldaşı anlatmak benim için çok daha zor. Çok tarifi var Özlem yoldaşın bende.
Kadınlar, yıllardır kendilerine öğretilen toplumsal rollerde olduğu gibi çoğu zaman kendilerini “zayıf” olarak görürler. Oysa kendi güçlerinin farkında değillerdir. Gerillada bu gücü açığa çıkarmaları, “erkek işi” olarak görülen savaşın özneleri olabilmeleri cins bilincini aldıkça mümkün hale gelir. Başlarda “güç nedir” sorularına verilen yanıtlar genelde erkek yönetici yoldaşlar olurken bilinçlendikçe bu tanımlar değişir. Güç artık sadece fiziksel güç olarak algılanmaktan çıkar. “İrade” olur, “ideoloji” olur. “Israr” olur. “Mücadeleye bağlılık” olur. “Kendine güven” olur. “Zorluklara göğüs gerebilme cesareti” olur. Bütün bu tanımlardan sonra “kimi güçlü görüyorsunuz” deseniz hiç kaygısızca cevabım Özlem yoldaş olur. Elbette herkesin hem güçlü hem de zayıf yanları vardır. Önemli olan yaşamına hangisinin yön verdiğidir. Özlem yoldaşın yaşamına yön veren şey güçlü yanlarıydı. Örgüte gelerek bu gücü örgütten, yoldaşlarından, halkından almaya başladı….
Özlem yoldaş, küçücük bedeni, kocaman gözleri ve kocaman yüreğiyle bu savaşta yerini aldı. Annesin ölümünden sonra “evin küçük annesi” olmuştu. Ağabeylerine, babasına annelik yapıyordu. O çocukluğunu yaşayamadan hayatın bütün acımasızlığıyla tanışmıştı. İsyan ediyordu, haykırmak istiyordu. Sesi duyulmamıştı yıllarca. En sonunda olanca gücüyle bir çıkış yaptı. Eline silahını aldı ve o çok özlediği gerillayla buluştu. Çocukluğu gerillayla iç içe geçmişti. Evde özlemle beklediği gerillaların arasındaydı artık. Ve artık başka çocuklar onu bekliyordu özlemle…
Örgütünü tanıdıkça ona güvendi, kendini açtı. Örgüte güvendikçe güçlendi. Kadınların savaşmaktan başka çarelerinin olmadığını anlamıştı. Gittiği köylerde kendisi gibi genç kadınlara bunu anlatıyordu, onlara umut oluyordu.
Yetenekli bir yoldaştı. Gerilla birliğinde tiyatro denince akla ilk gelen yoldaşlardan biri olmuştu. Özellikle köylü kadınları çok güzel canlandırırdı. Onları kendine daha yakın hissederdi. Bir köye gittiğinde ilk onlarla ilgilenir, sorunlarını dinler, bunları bize taşırdı. Kadınlar yaşadıkları sorunları Özlem yoldaşa rahatlıkla anlatırdı. Köylü kadınların yaşadığı şiddet, taciz, tecavüz olaylarında tavizsizdi. O konuda hemen görev almak isterdi.
Daha yapacağı çok şey vardı; Yapmak istediği hayalleri vardı. Yüzleşmek istediği gerçeklikler vardı. Daha çok soracağı hesaplar vardı. Bütün bunları şimdi biz devraldık.
EKİN YOLDAŞ
Ekin yoldaşı gördüğünüzde ilk dikkatinizi çeken o çocuk saflığı ve çekingenliği olur… Ama her hangi bir eylem olduğunda yada bir göreve gidileceği zaman bu çekingenlik, yerini kendine güvene bırakır.
Bir süredir gerillaya katılmak isteyen bir kadın yoldaş olduğunu ama bir türlü netleşemediğini söylüyordu milis yoldaşlar Ekin yoldaş için. Kadın yoldaşlar olarak görüşmeler yaptık Ekin yoldaşla. Beklentilerini, hedeflerini, katılma gerekçelerini konuştuk. Özellikle kadınların bu savaşta daha fazla yer almaları gerektiği konusunda ortaklaştık. Yoldaş son geldiğinde netleştiğini söylemişti. Orada kadın komutan yoldaş kullandığımız silahı tanıttı. Söküp takmayı gösterdi. Yoldaş çok çekingendi. Soru sormaya bile çekiniyordu. Gelirse eğer Ekin ismini almasını önerdik. O dönemde Ekin Wan’ın direnişi çok yeniydi. Ve biz kadın gerillalar olarak onun şahsında bütün kadınlar için eylem yapmıştık. Ekin yoldaş geldiğinde de ilk aklımıza gelen isim Ekin olmuştu. O da çok beğendi ismini ve mutlaka geleceğini ve Ekin olarak yoluna devam edeceğini söyledi. Yeni bir randevu alarak ayrıldık yoldaştan.
Yoldaşın yüzüne baktığınızda hangi duyguları yaşadığını anlamanız biraz zordur. Biz de ilk başta gelip gelmeyeceği konusunda zaman geçince bir kuşku oluşmaya başlamıştı ki tam da o süreçte yoldaş geldi. Hepimiz çok mutlu olmuştuk. Noktada diğer alandan görev için gelen kadın gerillalar da vardı. Özellikle kadın yoldaşların katılımı kadın gerillalarda apayrı bir coşku yaratır. Ekin yoldaşın gelişi de öyle oldu. Herkesin yüzünde sürekli bir gülümseme hali vardı. Özlem yoldaşa zimmetledik Ekin yoldaşı. O anlatacaktı ilk elden gerilla yaşamını ona. Kısa süre sonra diğer kadın yoldaşlar ayrılarak farklı bir göreve gitti. Ekin yoldaşın bulunduğu grup toplantı halindeydi. Ve Cem yoldaş ona yardım edecekti. Rahtını yapacak, ona gerilla yaşamını anlatacaktı. Başka bir yoldaş da ilk askeri eğitimini veriyordu. Toplantı araları dışında Ekin yoldaştan da Cem yoldaştan da hiç ses çıkmıyordu. Aralarla espriler yapmaya başladık. “Cem yoldaş Ekin yoldaşa konuşmamayı öğretiyor herhalde” diye. Çünkü Cem yoldaşı tanıyanlar bilir çok sessiz bir yoldaş olduğunu.
Ekin yoldaşın kendini tanıması, kendi gerçekliğiyle yüzleşmesi, değişime yönelmesi esasta özgün çalışmalarla birlikte olmuştur. Kısa bir süre sonra kendini ifade etmede, örgüte katılımda önemli bir yol katetmiştir.
Dersim’den bir Partizan